Türkiye’de sınıf hareketi ve özellikle sendikal hareket politik ve örgütsel perspektifleri açısından büyük oranda Türk ve tamamıyla erkek olmaya devam ediyor
İstanbul Sözleşmesi askıda kalsa da kadınların erkeklere şiddet yoluyla itaatini daimi kılmanın mümkün olmadığı çoktan ortaya çıktı. Yani bundan sonrası hepimizde, tüm kadınlarda, direnişimizde...
Çünkü artık gelinen noktada açıkça gördük ki feminist siyasetin varlığını ve meşruiyetini savunmanın yolu da mutlaka Em Xwe Diparêzin diyerek feminizmi savunmaktan geçiyor…
AKP, hayalindeki toplumu yeniden inşaya yönelirken işçi sınıfının, Kürtlerin ve kadınların kazanımlarının yanı sıra LGBTİ+’ların bütün kazanımlarını ve toplumsal/siyasal meşruiyetlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor
2020 yılında çok öldük çok şiddet gördük ama kadınlara karşı top yekûn bir savaş başlatan patriyarkayı sokaklarda, evlerde, hayatın her alanında gerilettik. Bu nedenle bu yılın değerlendirmesini bir eylemler ve ölümler kronolojisinin ötesinde hâlihazırdaki ve muhtemel siyasal sonuçları üzerinden de yapmak gerekiyor
Feminist mücadelenin etkisi sadece eyleme geçirebildiği kadınlarla ölçülemez. Hatta eylemlerde sokaklara dökülen on binlerce kadının aslında feminizme kulak veren kadınlar düşünüldüğünde sadece buzdağının görünen ucu olduğu bile söylenebilir
Yani devletin kadınlara yönelik baskı ve şiddet politikalarını sadece sınıflar mücadelesinin şekillendirdiği devlet biçiminin bir sonucu/türevi olarak okumak hale geçerli bir analiz biçimi mi tartışılabilir. Çünkü AKP sonrasında da bu boyutta olmasa da patriyarkanın devlet eliyle feminist mücadelenin kazanımlarına yönelik saldırıları sürecektir