Kadıneki Yazı,

Ücretli-ücretsiz emek kıskacında kadınlar* ve sınıf siyaseti


Hülya Osmanağaoğlu-01 May 2021

Türkiye’de sınıf hareketi ve özellikle sendikal hareket politik ve örgütsel perspektifleri açısından büyük oranda Türk ve tamamıyla erkek olmaya devam ediyor

Pandemi yasakları 1 Mayıs ile başlıyor. İşçi sınıfının büyük bölümüne çalışmanın zorunlu 1 Mayıs kutlamalarının ise yasaklandığı bir “tam kapanma” söz konusu. Bu üç haftalık süreçte işçiler, yoksullar, küçük esnaf herhangi bir destek verilmeksizin kaderlerine terk ediliyor. Kadınlar için ise durum çok daha ağır. Evdeki erkek şiddetinden bir nebze korunmayı sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kalkması ile erkek şiddetinin adeta meşrulaştırıldığını ve 6284’ün de uygulanamaz hale geldiğini görüyoruz. Diğer yandan tüm pandemi süresince kadınların ev içindeki iş yükü katlanarak arttı. Çocukların evde ders başına oturtulmasından evdeki erkeğe gün boyu hizmet etmeye, günde üç öğün yemek pişirmekten hastalıktan korunmak için gereken hijyenin sağlanmasına dek bir dizi ek iş de kadınların yükü haline geldi. Bu süreçte yaşanan işsizlik ve yoksulluk da hiç kuşku yok ki kadınlar için artan ev işi olarak yaşanmaya devam ediyor. 

Yaşanan ekonomik krize bir de AKP iktidarının pandemiyi sermaye lehine fırsata çevirme politikaları eklenince bu durum ücretli emek gücündeki kadınlar için artan işsizlik ve yoksulluk haline geldi. DİSK-AR’ın Mart 2021 tarihli araştırması, kadın işgücünün son 1 yılda yüzde 8,2 azaldığını ve Covid-19 etkisiyle iş kaybı ve geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 43’e vardığını gösteriyor. Bunlar kuşkusuz sayısal veriler ama biz bunun en somutlaşmış halini birkaç ay önce 65 yaşını aşmış olmasına rağmen merdiven silmeye gittiği işinden dönerken, otobüsten indirilmeye çalışıldığında “ne yapayım aç mı kalayım” diye direnerek otobüsten inmeyen kadının sosyal medyadaki video kayıtlarında görmüştük. Sigortasız, güvencesiz olarak günlük işlerde çalışan binlerce kadın işsizliğe mahkûm oldu. İşçi sınıfının büyük bölümü için açlık ya da hastalıktan ölüm olarak yaşanan ikilem, kadınlar açısından açlık, erkek şiddeti, bitmeyen ev işleri ya da hastalıktan ölüm olarak yaşanır oldu. 

Ev eksenli çalışmadan mekân bağımsız çalışmaya

Gitgide şiddetlenen kriz koşulları işçi sınıfı açısından pandemi sonrası için de umutlanmaya imkân vermezken sermaye üretim süreçlerini kârlılığını artırarak dönüştürmenin adımlarını çoktan atmaya başladı. Neoliberalizm tüm dünyada hegemonyasını inşa ederken özellikle kadınların payına, düşük ücretli, esnek, güvencesiz, yarım zamanlı, niteliksiz ve ev eksenli çalışma biçimleri düşmüştü. Türkiye’de de bu çalışma biçimlerinin kadınlar açısından norm haline gelişi esas olarak AKP iktidarı döneminde gerçekleşti. AKP’nin kadınları neoliberal dönüşümün ihtiyaçlarına uygun olarak işgücüne katma hedefinin ideolojik ve politik çerçevesi ise “aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma” başlığıyla ifade ediliyordu. Kadınların öncelikle eş ve anne olarak sorumluluklarını yerine getirmeye devam ederek ücretli emek gücüne katılmalarını öngören bu politika, zaten kadınların ancak esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmasını öngörüyordu, ki tam da bu durum kadınların içine hapsolduğu ücretli-ücretsiz emek kıskacının ifadesiydi. Böylece hem AB politikalarına uyum başlığının altı doldurulmuş oluyordu hem de sermayenin ucuz örgütsüz emek ihtiyacı kadınlarla karşılanacaktı. Kadınların aileden ve kocadan bağımsızlaşmasını imkânsız kılarak ücretli emek gücüne katılmasını öngören bu politika kuşkusuz ikinci dalga feminist hareketin patriyarka karşısında kadınlara sağladığı kazanımları yeni bir sermaye- patriyarka uzlaşmasıyla aşındırmayı da sağlıyordu.

Esnek, güvencesiz, ev eksenli vb. gibi çalışma biçimleri daha çok imalat sektöründeki mavi yakalı diye tanımlanan işçi kadınlar için geçerliyken, sermaye pandemi sonrasında özellikle beyaz yakalı diye tanımlanabilecek işler için ev eksenli çalışmayı gündeme almaya hazırlanıyor. Önce Koç Holding CEO’sunun pandemi sonrasında 35 bin kişiyi evden çalıştırmaya devam ettirecekleri açıklaması ve AKP’nin “mekân bağımsız çalışma” başlığıyla çıkardığı yönetmelikle bunu hukuken meşrulaştırması, ardından Milli Eğitim Bakanı’nın pandemi sonrasında da uzaktan eğitime devam edeceklerini açıklaması, özellikle beyaz yakalı işçilerin üretim süreçlerinde bu yeni dönüşümün hızla hayata geçeceğini gösteriyor.

Hiç kuşku yok ki çok kısa bir süre içinde beyaz yakalıların “mekân bağımsız çalışma” adı altında ev eksenli çalışmaya başlaması esas olarak kadın emeği üzerinden gerçekleşecek bir dönüşüm olacak. Kadınlar dayatılan annelik ve ideal eşlik normlarıyla evden çalışmaya özendirilecek, kamusal alanda ücretli emek gücüne katılmak, erkek ayrıcalığı haline gelecek ve çok kısa bir süre sonra da evden yapılan işlerin ücret seviyeleri hızla düşecek. Cinsiyete dayalı iş/meslek ayrımı bu eksende yeni biçimiyle inşa olurken patriyarka- sermaye uzlaşısı da güçlenerek hem kadınlar hem de aslında tüm işçi sınıfı aleyhine yeni bir noktada dengeye gelecek. Tüm sınıf mücadeleleri tarihi gösteriyor ki kadın işçilerin ücret seviyelerinin ve sınıfsal kazanımlarının geri gidişi aslında tüm işçi sınıfı açısından sermaye karşısında mevzi kaybetmek anlamına geliyor. 

Sınıf siyasetinin etnisitesi, cinsiyeti...

Sermaye Türkiye’de neoliberal birikim modelini hayata geçirirken her dönem işçi sınıfının içindeki eşitsizlikleri kullandı. 1990’lardan itibaren savaş ve zorunlu göç ile Batı metropollerine akan Kürt işçi sınıfını güvencesiz ve niteliksiz işlerde istihdam ederken, yine 90’lardan itibaren kadınları parça başı, esnek ve ev eksenli çalışma ile istihdam etmeye başladı. 2010’dan itibaren ise Suriye’de yaşanan savaşla göç etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli ucuz emeğin yeni kimliği haline geldi. Sınıf siyaseti üzerine yürütülen soyut teorik tartışmalarda üretim süreçlerinin nasıl parçalandığı ve artık yekpare bir proletaryadan söz edilip edilemeyeceği, yeni örgütlenme modellerinin nasıl olması gerektiği konuşuladursun, somut olarak esnek ve güvencesiz işler söz konusu olduğunda dün Kürt ve kadın işçiler arasında, son on yıldır da Suriyeli işçiler arasında herhangi ciddi bir yeni ve kapsayıcı örgütlenme modeli hayata geçirilmiş görünmüyor. Türkiye’de sınıf hareketi ve özellikle sendikal hareket politik ve örgütsel perspektifleri açısından büyük oranda Türk ve tamamıyla erkek olmaya devam ediyor. 

Elbette 1980’lerden itibaren yükselen feminist hareket ve 2000’lerden itibaren örgütlülüğünü bir başka boyuta sıçratan Kürt kadın hareketi sınıf örgütleri içinde çok ciddi kazanımlar ve dönüşümler sağladı. 1990’ların başında sendikalarda sadece kadınlardan oluşan “kadın komisyonları” bile tepkiyle karşılanıp tartışma konusu yapılıyorken artık sendikalarda ve meslek odalarında kadın başkanlar/eş başkanlar, kadın meclisleri, kadın komisyonları, kadın sekreterlikleri, kota ve eşit temsil uygulamaları var. Yani kadınlar artık sınıf [ve meslek] örgütlerinde temsil ve örgütlenme sorunlarını çok büyük oranda aştılar. Ancak aynı gelişmenin bu örgütlerin politik yönelimlerinde ve mücadelelerinde görüldüğünü söylemek neredeyse imkânsız. Son iki yılda sendikaların ve meslek odalarının işçi sınıfını erkek işçiyle temsil eden afişleriyle, krize yönelik açıklamalarında kadınların krizden nasıl etkilendiğine ilişkin tek bir cümlenin bile yer almadığı metinleriyle ve son olarak da İstanbul Sözleşmesi’nin feshi karşısında basın açıklaması yapmak dışında tek bir adım dahi atılmayışıyla, sınıfın siyasetinin ve özellikle sendikaların [ve meslek odalarının] politik yönelimlerinin hâlâ sadece erkek üyelerini temsil edecek biçimde şekillendiğini görüyoruz. Oysa sermaye, yüzde 43’e varan kadın işsizliğinin yanı sıra, hem evden çalışmayı kalıcılaştırma hazırlıkları, hem Kod 29’la işten çıkarmalar (bu maddeyle işten çıkarılmanın kadınlar açısından çok daha ağır sonuçları söz konusu) ile pandemi sonrasını kadın işçilerin haklarını gasp ederek örgütlemeye devam edecek. Bunların yanı sıra pandemi ile evlerde artan iş yükü ve evlerin ücretli çalışmanın da mekânı haline geliyor olması, kadınların ücretli- ücretsiz emek kıskacını daha da daralmış haliyle ağırlıklı olarak evlerde yaşayacaklarını gösteriyor; üstelik tüm bunlar İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle adeta erkek şiddetinin meşrulaştığı, kadın katliamının önünün açıldığı koşullarda yaşanacak. Bu koşullarda feminist hareket/kadın hareketi evlerden sokaklara kadınların direnişinin sesini yükseltmeye çalışırken, [özellikle yönetici/başkan] kadın arkadaşlarımızın da artık parçası bulundukları sınıf örgütlerini, kadın işçi sınıfının ve tüm kadınların haklarını/kazanımlarını korumak için, tarihsel olarak sınıf mücadelesi geleneğinin eylemleriyle (iş bırakma, kadın grevi vd.] harekete geçirmeleri gerekiyor. Bu süreçte sınıf örgütlerindeki erkek egemenliğine karşı mücadelede ihtiyaç duydukları dayanışma ise kadınların/feministlerin mücadelelerinin son 40 yılında yeterince mevcut.

* Sosyalist Feminist Kolektif’in yayın organı Feminist Politika’nın 3. sayısının dosya başlığı http://www.sosyalistfeministkolektif.org/wp-content/uploads/Feminist_Politika/fp_sayi_03.pdf  http://disk.org.tr/2021/03/covid-19-doneminde-kadin-isgucunun-durumu-raporu-yayimlandi/


Etiketler : Sendikalar, Pandemi, Kadın emeği, 1 Mayıs, Ev içi emek, Bakım emeği, Ücretsiz emek,


...

Hülya Osmanağaoğlu