Kadıneki Yazı,

“Erkek devlet” biçimi: patriyarkal otoriterizm?


Hülya Osmanağaoğlu-01 Kas 2020

Yani devletin kadınlara yönelik baskı ve şiddet politikalarını sadece sınıflar mücadelesinin şekillendirdiği devlet biçiminin bir sonucu/türevi olarak okumak hale geçerli bir analiz biçimi mi tartışılabilir. Çünkü AKP sonrasında da bu boyutta olmasa da patriyarkanın devlet eliyle feminist mücadelenin kazanımlarına yönelik saldırıları sürecektir

Marksist literatür, sınıflar mücadelesinin aldığı boyutlar itibarıyla burjuva devlet yapısının biçim değiştireceğini anlatır: Burjuva demokrasisi, bonapartist diktatörlük, faşizm vd.  Sermayenin, işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelelerini bastırmak üzere burjuva devlet aygıtının işleyişini kendi hukuk normlarını hiçe sayarak değiştirmesi söz konusudur. Franko’dan Hitler’e ya da Mussolini’ye faşist diktatörlükler işçi sınıfının mücadelesini bastırmak üzere iktidara geldiklerinde, dinci ve/veya milliyetçi ideolojik araçlarla tüm toplumu baskı altına alırken kadınlara yönelik olarak da baskı mekanizmaları geliştiriyorlardı. Kadınları aileye mahkûm eden, çok çocuk doğurmaya teşvike eden ve itaatkâr toplumun temellerini aileden başlayarak örgütlemeye çalışan bir siyaset izliyorlardı. Ancak toplumun tüm kesimlerine yönelen dinci, milliyetçi ve erkek egemen baskı siyasetinin esas hedefi sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının kazanımları gasp etmek ve mücadelesini bastırmaktı. 

Avrupa’da ve Amerika’da faşizmler öncesinde 1900’lerin başında birinci dalga feminist hareketin siyasi bir mücadele olarak kabul edilmeyişi, tutuklanan feministlere siyasi mahkûm statüsü verilmediği için yapılan açlık grevlerine zorla müdahaleler, esas olarak kamusal alanda ailedeki erkeklerin izniyle var olabilecekleri varsayılan kadınların, mücadelesinin meşruiyetini ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Kadınlar toplumun kendi adına söz söyleyecek bir parçası değillerdi. Zaten birinci dalga feminist hareket tam da buna karşı mücadele ediyordu: Burjuva toplum yapısı içinde eşit yurttaşlık hakkı için. 

İkinci dalga feminist hareket ise burjuva toplum yapısı içinde yasal hakların ötesine geçen analiz ve taleplerle örgütlendi ve yükseldi. Yani kadınlarla erkeklerin eşit ücret alması talebiyle eş zamanlı olarak ev içinde erkeklerle işleri eşit paylaşmak istediklerini dile getirdiler. Kürtaj hakkı ile birlikte ister kadın ister erkeklerle sevişiriz bedenimiz ve cinselliğimiz evdeki koca baba ya da devletçe denetlenemez dediler. Bir bütün olarak toplumsal ilişkilerin evde, sokakta, fabrikada ve kuşkusuz siyasette yeniden inşa edilmesi/örgütlenmesi temelinde bir feminist hareket yükseldi. 1960’larda Amerika ve Batı Avrupa’da yükselen ikinci dalga feminist hareket değişik vurgu ve biçimlerle bütün dünyaya yayıldı ve bütün dünyadaki kadınların hayatını değiştirmeye başladı. [Erkek] devletler bu yükseliş karşısında (aynı işçi sınıfına sermayenin verdiği gibi) erkekler adına kimi tavizler vererek feminist mücadelenin hızını yükseliş dalgasını frenlemeye çalışıyorlar. Birinci dalga feminist hareketin dünya ölçeğindeki kazanımları, oy, miras, eğitim, boşanma vd. haklarıyken ikinci dalga feminizmin dünya genelinde etki gösteren önemli kazanımları CEDAW’ın kabulü, 8 Mart’ın dünya kadınlar günü 25 Kasım’ın kadınlara yönelik şiddetle mücadele günü olarak kutlanması vd. oldu. Kadınların baskı ve şiddet gören bir toplumsal grup olarak siyasal hareketin bileşeni olduğunu tüm erkek devletler resmen kabul etmiş oldu. 

Bugünün Türkiye’sine geldiğimizde AKP-MHP koalisyonunun iktidarında değişen rejimi tanımlayan devlet biçimi üzerine faşizm- kurumsallaşan faşizm vd. bir dizi analiz yapılıyor tartışmalar sürüyor. İşçi sınıfının kıdem tazminatından grev hakkına değin tüm kazanımları tırpanlanırken Kürt halkının seçme seçilme hakkı bile kayyumlarla ve siyasi kadroların sistematik polis yargı operasyonlarıyla cezaevine konulmasıyla gasp ediliyor. Tüm bunlarla eş zamanlı olarak kadınların/feminist mücadelenin yasal kazanımları da gasp edilmek isteniyor. 

AKP, iktidarının ilk gününden itibaren aileyi güçlendirme, üç çocuk doğurma, kızlı erkekli yaşamama, eşcinsellik hastalıktır vd. minvalindeki politik yönelimleriyle patriyarkanın en güçlü temsilcisi olduğunu gösteriyordu. 2012’den itibaren bizzat yasal kazanımlarımızı gasp etmeye yöneldi; kürtajı ve sezaryeni yasaklama girişimiyle başladı, boşanmaları zorlaştırma, nafaka hakkını gasp etme, kız çocuklarını tecavüzcülerle evlendirme ve en nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekme girişimiyle devam ediyor. Bu saydığımız çabalarının hiçbirinde destek bulamadığı için hep geri adım attı. Ancak erkek devlet olarak feminist mücadelenin ve LGBTİ+ hareketin sokaklarda yükselen siyasal meşruiyetini ve örgütlülüğünü dağıtmak için LGBTİ+ hareketin onur yürüyüşlerini tümüyle yasaklarken kadın hareketinin 25 Kasımlardaki eylemlerine baskıyı artırdı ve son iki yıldır da İstanbul’daki 8 Mart feminist gece yürüyüşlerini engellemeye çalışıyor. 

Tüm bunlarla eş zamanlı olarak özellikle 2016’dan itibaren Kürt kadın hareketine ve kazanımlarına yönelik doğrudan bir saldırı olduğunu görüyoruz. Atanan kayyumlarla kadın danışma merkezleri, kadın kooperatifleri, yerel yönetimlerdeki kadın daireleri kapatıldı. Kürt kadın hareketinin dernekleri kapatılırken aktivistlerinin yanı sıra neredeyse tüm seçilmiş eş belediye başkanları ve parti yöneticileri tutuklandı. Kürt kadın siyasetçiler, 8 Martlara ve 25 Kasımlara katıldıkları için yargılanıyor ve ceza alıyorlar. Her yeni günün sabahına kadın mücadelesinden arkadaşlarımızın gözaltı haberiyle uyanıyoruz. (Bu sabah da feminist yol arkadaşımız, TJA dönem sözcüsü Ayşe Gökkan’ın yeniden gözaltına alındığı haberiyle güne başladık). Kadın cinayetlerine, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmeye, kız çocuklarını tecavüzcülerle evlendirme düzenlemelerine karşı kadın hareketinin onlarca şehirde örgütlediği eşzamanlı eylemlerin ardından hep Diyarbakır’da Van’da Hakkâri’de vd. Kürt kadın hareketinden arkadaşlarımıza yönelik gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşiyor. 

Gelinen noktada AKP iktidarının sadece dinci- milliyetçi ya da sınıf düşmanı doğası nedeniyle kadınlara “da” baskı ve şiddet uyguladığı türünde bir analizle devletin dönüşümünü açıklamak mümkün olmuyor. Yani tek başına faşizm en gerici devlet biçimdir gibi bir analizle kadınların siyasal temsilde geldiği en önemli nokta olan eşbaşkanlığı “suç” olarak tanımlamayı açıklayamayız. Erkek devlet bizzat toplumsal hayatın, feminist mücadelenin kazanımlarıyla kadınlar lehine yeniden örgütlenerek dönüştürülmesine engel olmaya çalışıyor. Örneğin eşbaşkanlığı suç olarak tanımlayarak siyasal mücadelenin bizzat patriyarkal/erkek devleti ve toplumu tehdit ettiğini görerek kendini koruma mekanizmaları geliştiriyor kadınların mücadelelerine saldırıyor. 

AKP iktidarı erkek-devlet yapısının kendini korumak için kadın hareketine/feminist harekete yönelik saldırı başlatmasının önemli bir örneği ama yalnız değil. LGBTİ+’lara yönelen hak gasplarıyla Brezilya, kürtaj yasaklarını daha da sıkılaştırmasıyla Polonya, İstanbul Sözleşmesi’ni askıya alma çabasıyla Macaristan diğer yakından takip ettiğimiz örnekler. Ancak toplumsal muhalefetin haber mecralarında pek denk gelmediğimiz ülkelerde de feminist mücadele ve erkek devlet baskısının yükseldiğini görüyoruz. Örneğin Çin ve Hindistan örnekleri üzerinden, buradakine benzer biçimde, feminist mücadelenin yükselişini sınırlamak, kadınların siyasal katılımlarını ve toplumsal muhalefet içindeki etkinliklerini kırmak için baskı gözaltı ve tutuklama politikaları örnekleniyor. Bizzat erkek devlet örgütlenmesini ve iktidarı elinde tutan devlet başkanlarında cisimleşen şiddet meşrulaştıran devlet biçimi “patriyarkal otoriterizm” olarak tanımlanıyor.*  

Sonuçta maddeci feminist analiz patriyarkanın kendi iç dinamikleri (kapitalizmle iç içe geçmiş ve karşılıklı belirlenim içinde) olan bağımsız bir sistem olduğunu söyler. Patriyarkanın kendini ayakta tuttuğu temel kurum/toplumsal örgütlenme kuşkusuz aile. Ancak [erkek] devlet aile/ev içindeki kadın erkek ilişkilerini, aslında erkeklerin kadınların emekleri ve hayatları üstündeki denetim hakkına hukuk aracılığıyla müdahil oluyor. Bu noktada devlet sadece sınıflar mücadelesinin bir alanı değil cinsiyetler mücadelesinin de alanı olarak işlev görüyor. Yani devletin kadınlara yönelik baskı ve şiddet politikalarını sadece sınıflar mücadelesinin şekillendirdiği devlet biçiminin bir sonucu/türevi olarak okumak hale geçerli bir analiz biçimi mi tartışılabilir. Çünkü AKP sonrasında da bu boyutta olmasa da patriyarkanın devlet eliyle feminist mücadelenin kazanımlarına yönelik saldırıları sürecektir. Bu anlamıyla patriyarkal otoriterizm en doğru kavramlaştırma olmayabilir ama patriyarkanın kendini örgütlemesinin ve korumasının bir zemini/kurumu olarak devlet başlığının feminist mücadelenin analiz ve siyaset üretme alanlarından biri haline gelmesi gerekiyor. 

* https://m.thewire.in/article/women/india-patriarchal-authoritarianism-women-arrests/amp?__twitter_impression=true&s=09


Etiketler : Patriyarka, Erkeklik,


...

Hülya Osmanağaoğlu