Kadıneki Yazı,

Tolere edilebilir şiddet: İki tokat için yuvanı dağıtma, iki Kürt için devleti yıpratmayalım


Hülya Osmanağaoğlu-01 Haz 2021

Tıpkı yargısız infazda ya da faili meçhul cinayetlerde ölenlerin devlete başkaldıranlar olmasının tolere edilebilir devlet şiddeti olarak kabul görmesi gibi aileye ve erkeklere başkaldıran kadınların bir kısmının öldürülmesi de tolere edilebilir erkek şiddeti olarak görülüyor

Pazar sabahları haber okumak daha ilginç bir hale geldi. Evet, hepimiz Sedat Peker’in anlattıklarından haberdarız ama yine de ilgiyle takip ediyoruz. Özellikle Süleyman Soylu’nun televizyona çıkıp kendisini aklamaya çalışmasından sonra Sedat Peker videolarına ilgi daha da arttı. Televizyon şovunda kendilerini muhalif addeden iki gazetecinin (ki bir tanesinin uzun bir sosyalist hareket geçmişi de var), Soylu’nun kendi döneminde faili meçhul cinayet olmadığına ilişkin iddiasına karşılık Tahir Elçi’yi sormamaları kuşkusuz çoğumuzun dikkatini çekti. Soylu’ya bağlı emniyetin hangi polisinin Berkin Elvan’ı gaz fişeği ile öldürdüğünün sorulmaması gibi. Kendini muhalif olarak tanımlayan bu gazeteciler için faili meçhul cinayet Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Necip Hablemitoğlu gibi müesses nizama doğrudan karşı çıkmayanlarla sınırlıydı. Keza yargısız infazların da hiç gündeme gelmediği programda Dilek Doğan’ın ya da Van’da helikopterden atılan köylülerin gündem olması da mümkün değildi. Çok belli ki Berkin Elvan, Tahir Elçi, Kemal Kurkut ve Dilek Doğan devletin tolere edilebilir şiddeti kapsamında değerlendiriliyorlar ve ölümlerinin gündemde tutularak devletin yıpratılması tercih edilmiyor.

Eş zamanlı olarak Aile Bakanı Derya Yanık, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin tolere edilebilir boyutta olduğunu söyleyiverdi ve aslında “tolere edilebilir şiddet” kavramını siyasi literatüre dâhil etti. Özet olarak pandeminin ilk şokuyla artan erkek şiddetini, erkeklerin hayatta kalma stresine bağlayarak adeta anlayışla karşılanması gerektiğini söylerken Kenya’da şiddete uğrayan kadın oranı yüzde 23’ken Türkiye’de bu oranın yüzde 8 olmasında belli ki bir başarı hikâyesi görüyordu. 2020’de 300 kadının öldürülmüş olması 171 kadının ölümünün ise “şüpheli” olması belli ki Aile Bakanı için tolere edilebilir bir durum. Keza 2021’in ilk dört ayında 106 kadının öldürülmüş olması da… Tıpkı yargısız infazda ya da faili meçhul cinayetlerde ölenlerin devlete başkaldıranlar olmasının tolere edilebilir devlet şiddeti olarak kabul görmesi gibi aileye ve erkeklere başkaldıran kadınların bir kısmının öldürülmesi de tolere edilebilir erkek şiddeti olarak görülüyor.

Kadınlar esas olarak evli oldukları, boşandıkları ya da boşanmaya çalıştıkları erkeklerce öldürülüyorlar. Evdeki erkek şiddetine boyun eğmeyip boşanmaya çalışmaları uzun yıllardır AKP’nin gündeminde. Boşanma komisyonu raporları, uzlaşma uygulamaları, aile irşat büroları ve Cuma vaazlarıyla ailenin korunması için elinden geleni ardına koymayan AKP iktidarı son olarak, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekerek kadınlara “boşanmak isterseniz hiç devlete güvenmeyin erkekleri engellemek için” demiş oldu. Ki İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi açıklamasının ardından gelen ilk 24 saate altı kadının öldürülmesi de bunun göstergesiydi.

AKP iktidarının en başından ev içindeki şiddete ilişkin yaklaşımı, kadınların gereğince itaat etmesi durumunda erkeklerin de ölümcül şiddet uygulamaması ve boşanma aşamasına gelinmeyerek aile birliğinin korunması olarak özetlenebilir. Tam da bu nedenle kadın erkek eşitliğini inşa ederek erkek şiddetinin engellenmesini öngören İstanbul Sözleşmesi aile için tehdit olarak değerlendirildi ve imza çekildi. Derya Yanık’ın tolere edilebilir şiddet kavramı belli ki AKP içindeki kadına yönelik şiddet politikasının dışavurumuydu. Bildiğimiz aileden erkeklerin herhangi biçimde şiddet uygulama hakkını çekip aldığımızda kuşkusuz o kurum artık AKP’nin öngördüğü düzenin temel direği olan aile olmaktan çıkacaktır (aslında top yekûn patriyarkanın temel kurumu olmaktan da çıkacaktır). AKP de bu yüzden herhangi bir biçimde kadın erkek eşitliğini gündeme almayı düşünmüyor ve kadınları “makul”, ölümcül olmayan şiddete boyun eğmeye zorlamak istiyor.

Kadınlar evlerde erkeklere direndikçe ve/veya boşanmaya karar verdikçe erkekler daha fazla şiddet uyguluyor ve öldürüyor. AKP önce haksız tahrik ve iyi hal indirimleri ile bu cinayetleri meşrulaştırmaya çalışırken yükselen feminist mücadele ile yapmak zorunda kaldığı yasal düzenlemelerle (6284, İstanbul Sözleşmesi) bu şiddetin önünü kısmen kesmek zorunda kaldı. Ancak kadınların direnişi büyüdükçe, boşanma oranları arttıkça ve belli ki AKP cenahında tolere edilebilir bulunan “aile içi şiddete” kadınlar boyun eğmemeye başlayınca İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırıldı. Erkeklere eliniz serbest, kadılara ise hadi bakalım itaat etmeyin de görelim, dendi.

Kadınların direnişi İstanbul Sözleşmesi nedeniyle yükselmedi tersine İstanbul Sözleşmesi kadınların ölümüne direnişin sonucunda kazanıldı. Hiç kuşku yok ki Sözleşme’nin yürürlükten kalkması çok sayıda kadının hayatını tehlikeye atıyor ve öldürülmelerine neden olacak ancak kadınların erkek egemenliğine ve erkek şiddetine direnişini geriletmesi mümkün değil. Tabir yerindeyse o ok yaydan 1987 Mayıs’ında feministlerin dayağa karşı yürüyüşüyle çıktı bir kere ve geri dönüş söz konusu değil.

Unutmamamız gereken erkek şiddeti AKP ile başlamadı ve AKP ile bitmeyecek. Keza erkek şiddeti evdeki ya da boşanmaya çalışılan kocaların kadınları öldürmesiyle de sınırlı değil. AKP’nin içindeki tolere edilebilir erkek şiddeti algısının dört ayda 106 kadının öldürülmesi olduğunu gördük. Ancak patriyarka hayatımızın her alanında erkek şiddetiyle gücünü koruyor ve kendini yeniden üretiyor. Bu vesile ile belki de toplumsal muhalefet de tolere edilebilir erkek şiddetinin ne olduğu üzerine yeniden düşünebilir. Mesela Haziran ayında babalar gününü kutlarken, çıkar o şortu ayaklarını kırarım diyen, bir erkekle flört ettiği öğrenilen kız çocuklarını önce dövüp sonra okuldan alıp eve kapatan, eve geç kalan genç kadınların evde dayak yiyeceğini düşünerek tir tir titremesine neden olan babaların şiddetini de tolere edip etmediğimizi düşünelim. Oğullarının sevgilileriyle övünürken kızlarının hayatını darlayan “muhalif babaları” ne kadar tolere ettiğimizi düşünelim. Kendileri sık sık sevgili değiştirmekle övünen ama kız kardeşlerinin sevgililerine “doğal olarak” tahammül göstermeyen erkek kardeşlerin şiddetini hâlâ tolere ediyor muyuz bakalım. Hakkında cinsel taciz, cinsel saldırı hatta tecavüz ifşasında bulunulan mühim muhalif adamların cinsel şiddetini hangi aşamaya kadar tolere edilebilir buluyor toplumsal muhalefet düşünelim… Erkek erkeğe vatan kurtarıp devrim yapan erkeklerin LGBTİ+’lara yönelik aslında nefret söylemi içeren esprilerinin ne kadar tolere edilebilir olduğunu sorgulayalım… Hani biz kadınlar bilelim AKP kadın cinayetlerini tolere edilebilir buluyor da toplumsal muhalefet erkek şiddetini hangi sınıra kadar tolere edilebilir buluyor…


Etiketler : İstanbul Sözleşmesi, Süleyman Soylu, Kadına yönelik şiddet, Kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi'nin feshi, Sedat Peker, Aile Bakanı Derya Yanık,


...

Hülya Osmanağaoğlu