Kadıneki Yazı,

Feminist hareket kampanyalar ve kürtaj kampanyası


Hülya Osmanağaoğlu-06 Ağu 2023

AKP, 2011’de yüzde 51’lik oy oranıyla iktidara geldikten sonra feministlerin/kadınların yasal kazanımlarına yönelik ilk somut saldırısını, Tayyip Erdoğan’ın 26 Mayıs 2012’de, ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ cümlesiyle, kürtaja ve sezaryenle doğuma karşı olduğunu, söylemesiyle başlattı

Hapishanelerdeki devlet politikası siyasi tutsakları teslim almak, mücadeleden yıldırmak üzerine kurulu oldu hep. Bugün de infaz yakmalar, hasta tutsakların işkenceye dönüşen hapis koşulları ve her gün ağırlaşan tecrit uygulamaları ile toplumsal mücadelenin önemli bir ayağı olarak hapishanelerle dayanışmayı esas almayı, gerekli kılıyor. Feminist hareketin 2000 yılındaki F tipi direnişlerinin yanı sıra 2012’deki ve en son Leyla Güven’in başlattığı açlık greviyle, dayanışma eylemleri ve kampanyaları hapishaneler sorununa ilişkin en somut süreçler oldu. Türkiye’deki ikinci dalga feminist hareketin hapishanelerle dayanışma konusundaki, siyahlı kadınlar diye anılan ilk kampanyası, 1989’da örgütlenmişti. Devletin, 1 Ağustos Genelgesi ile siyasi tutsaklara yönelik şiddetine karşı, 9 Ağustos’ta siyah giyen feministler yere yatarak Cağaloğlu Meydanı’nı trafiğe kapatmışlardı.  10 Ağustos’ta da Tünel’den Galatasaray’a yine siyahlar giyerek sessizce yürüyen feministler burada ellerindeki siyah kartları havaya fırlattılar. Eylem sonrasında gözaltına alınan on iki kadın tutuklandı ve 28 gün hapishanede kaldı.

1980’lerin sonu ve 1990’ların başları feminist hareketin hem kendini örgütlemesinin hem de toplumsal mücadele içinde kolektif siyasal özne olarak kendilerini ifade etmelerinin ilk yıllarıydı. İkinci dalga feminist hareketin örgütlenme ve siyaset yapma biçimlerinin temel ayakları, küçük gruplar, bilinç yükseltme grupları, merkezsiz ve yatay örgütlenme, kampanyalar ve rotasyondu denilebilir. Dayağa karşı kampanya, cinsel tacize karşı kampanya (Mor iğne eylemleri olarak hatırlanır), Madde 159 değişikliği, siyahlı eylemler, Madde 438 ve Arkadaşıma Dokunma kampanyaları, kendini örgütleyen feminist hareketin ilk kampanya serisiydi.

Feministler belirli bir siyasal taleple yan yana gelip merkezileşmeyen bir örgütlenmeyle, çoğunluğa dayalı karar alma ilişkisini reddederek, mutabık kalınan siyasal çerçeve ile kampanyaları örgütlüyorlardı. Feminist hareket açısından kampanya tipi örgütlenmenin bir anlamı da merkezileşmeyi engellemek olduğu için her defasında sıfırdan yapılan görev paylaşımları ve çalışma tarzlarıyla tümüyle olmasa da deneyim egemenliğini ortadan kaldıracak biçimde kampanyaların örgütlenmesi mümkün kılınıyordu. 90’larda, özellikle 8 Mart 97’deki “Artık Örgütlü” mitinginden sonra, sendikalardan, sosyalist gruplardan, Kürt kadın hareketinden ve feministlerden oluşan kadın hareketi platformları da azınlık çoğunluk ilişkisiyle karar almamayı esas alarak çalışmaya başladı.

2000’lerde Medeni Yasa ve TCK değişikliği için yapılan kampanyaları Novamed ile dayanışma kampanyası, SSGSS’ye karşı yapılan kampanya, kısa dönemli barış kampanyaları vd. takip etti. Tüm bu kampanyalar feminist hareketin/kadın hareketinin kendi belirledikleri gündemlerle feminist mücadelenin alanını genişlettikleri ve kadın kazanımlarını büyütmeyi hedefleyen kampanyalar oluyordu. 2011’den itibaren ise durum belirgin biçimde değişmeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan birkaç yıldır kadınların üç-beş çocuk doğurması gerektiğini salık verirken, kadın erkek eşitliğine inanmadığını, kadınların öncelikli görevinin annelik olduğunu da sürekli tekrar ediyordu. Özellikle AKP’nin neoliberalizme uyum ekseninde kadınları ucuz emek haline getirmek için reklamını yaptığı “iş ve aile yaşamını uyumlulaştırma politikalarının” ideolojik çerçevesi de üç-beş çocuk propagandası ile inşa ediliyordu.

2011 seçimlerinden kısa süre önce Kadın ve Aile Bakanlığı’nın adı değiştirilmiş, kadın çıkmış ve sadece Aile Bakanlığı haline gelmişti. AKP, 2011’de yüzde 51’lik oy oranıyla iktidara geldikten sonra feministlerin/kadınların yasal kazanımlarına yönelik ilk somut saldırısını, Tayyip Erdoğan’ın 26 Mayıs 2012’de, “Her kürtaj bir Uludere’dir” cümlesiyle, kürtaja ve sezaryenle doğuma karşı olduğunu, söylemesiyle başlattı. İlerleyen yıllar boyunca da başka başka başlıklarla, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi, kadınların kazanımlarına saldırılar artarak sürdü. Kuşkusuz kadınların direnişi de…

Kürtaj Haktır Karar Kadınların

Batı’da ikinci dalga feminist hareketin mücadelesi ile mümkün hale gelen kürtaj, Türkiye’de 1983’te 12 Eylül darbecilerinin çıkardığı Nüfus Planlaması Yasası kapsamında yasal hale geldi. Kuşkusuz darbe yönetiminin kadınların haklarını düşünmesi söz konusu değildi. Esas olarak içine girilen yeni sermaye birikim sürecinin, ihracata dayalı büyümenin, ihtiyaç duyduğu ucuz kadın emeğinin istihdama katılmasının önünü açmak için yapılan bir düzenlemeydi. Ve yine kuşkusuz AKP iktidarının 2012’den bu yana dini baskı ekseninde kürtajı yasaklama girişimi de neoliberalizmin kadınları evde parça başı güvencesiz çalışmaya zorlayan politikalarından bağımsız düşünülemez.

Tayyip Erdoğan’ın 26 Mayıs’taki kürtaj ve sezaryeni yasaklama amaçlı konuşmasının hemen ertesi günü, İstanbul Feminist Kolektif Beşiktaş’ta, Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde, yolu trafiğe kapatarak bir oturma eylemi yaptı ve “Kürtaj Hakkımdan Başbakana Ne” pankartı açarken “Kürtaj Haktır Uludere Katliam” sloganını öne çıkardı.[1] (Anmadan geçmeyelim bağımsız feministlerin bu eylemine o zaman İstanbul milletvekili olan feminist yol arkadaşımız Sebahat Tuncel de katılmıştı.)

Sonrasında İstanbul’da ve birçok ilde oluşan platformlar birbiriyle iletişime geçerek “Kürtaj Haktır Karar Kadınların” başlığı altında eş zamanlı eylemler örgütlemeye başladı. 8 ve 17 Haziran’da çok sayıda şehirde yürüyüşler ve oturma eylemleri yapıldı. Ancak kampanya sadece protesto eylemleri ekseninde devam etmedi. Bildiriler basıldı, özellikle semt pazarlarında yaygın biçimde dağıtıldı. Çok sayıda mahallede toplantılar düzenlendi ve kadınların siyasi çizgilerinden bağımsız olarak kürtaj ve sezaryenle doğum hakkının, korunmasına ilişkin desteği alındı. Medyanın AKP muhalifi eylemlere görece daha fazla yer verdiği o yıllarda, feminist hareket/kadın hareketi yaygın biçimde kürtaj yasaklarının kadınların hayatındaki erkek şiddetini ve denetimini nasıl artıracağını anlatabildi. Birkaç tane şuursuz AKP yandaşı kadın dışında toplumun tüm kesinlerinden kadınların gösterdiği direnç, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin geri adım atarak yasal düzenlemeden vazgeçmesiyle sonuçlandı.

Ancak AKP’nin yasal değişikliğe ilişkin geri adımı fiilen kürtajı sınırlandırma girişimlerini durdurmadı. Kampanya grubu da yasal değişiklik gündemden kalktıktan sonra esas olarak bağımsız feministlerin yer aldığı bir çalışma grubu olarak devam etti. Kamu hastanelerinde ücretsiz, isteğe bağlı kürtaj neredeyse imkânsız hale gelirken, eskiden aile sağlığı merkezlerinde yapılan spiral uygulamaları da yok denecek düzeye indi. Kürtaj kadınların sınıfsal koşullarına göre kullanılabilen bir hak haline geldi denilebilir.

Kürtaj kampanyası ise, ilk yasal değişiklik saldırısını püskürttükten sonra oluşturduğu politik çerçeveyi geliştirerek kadınlara ulaşmaya çalıştı. “Kürtaj Haktır Karar Kadınların” başlığıyla yürütülen kampanyada temel vurgu kürtajın kadınlar için bireysel bir tercih değil kolektif bir hak olduğu ve kadınların erkeklerin/erkek devletin baskısından korunması için önemli bir kazanım olduğu yönündeydi. Kadınların cinselliğinin denetlenmesiyle, doğurganlıklarının denetlenmesi arasındaki dolaysız bağ nedeniyle patriyarkanın her daim kürtaj hakkına saldırmaya çalıştığı tespit ediliyordu. Bütün kadınların bu patriyarkal baskı ve denetimin dışına çıkabilmesi ücretsiz sağlıklı kürtaj hakkına sahip olması, tüm dünya da feminist hareketlerin öncelikli hedefi olageldi. (Ki biz bunu kürtajın yasaklanması sürecinde Polonya’daki kadınların grevinde de Arjantin ve Şili’deki kadınların kürtaj hakkı için yaptıkları eylemlerde de gördük.) Ve feminist kampanyaların hedefleri sadece yasal hakkı korumak ya da kazanmakla sınırlı değildir. Hakların kadınlar tarafından kullanılır olması için merkezi eylemlerin ötesinde dayanışmanın ve bilgilerin kadından kadına, kadınlardan kadınlara yayılmasını sağlayacak çalışma yöntemleri geliştirmek de feminist kampanyaların bir parçasıdır. Bu nedenle eylemlerin ardından çıkan broşürde[2], pek çok başlığa yer verilmişti. İstemeden Hamile Kalırsanız başlıklı broşürde, her seviştiğimizde hamile kalmak, her hamile kaldığımızda doğurmak zorunda değiliz, doğum kontrolünden sadece kadınlar sorumlu olmamalı, annelik kader değildir gibi politik alt başlıkların yanı sıra somut olarak kürtaj yasasının detayları (10 haftaya kadar yapılabildiği, koca izninin uygulanış biçimi, tecavüz sonucu hamilelikte 20 haftaya kadar kürtajın yasal olduğu vd.) yer alıyordu. GEBLİZ gibi kişisel verilerin yayılmasına neden olan sisteme, hastanelerde kürtajın engellenmesi konusunda neler yaşandığına, dair uyarıların yer aldığı broşür, feminist hareketin kürtaja ilişkin hakları genişletmek yönündeki taleplerini de içeriyordu.

Kürtaj kampanyası Gezi’den önce olmuştu ve AKP’nin somut olarak ilk geri adım atmak zorunda kaldığı girişimiydi. Kürtajdan daha uzun süreli olarak yürütülmek durumunda kalan kampanya, İstanbul Sözleşmesi için yapılandı kuşkusuz. Esas olarak EŞİK ve İstanbul Sözleşmesini Uygula adlarıyla birbirleriyle etkileşim içinde iki kampanya grubuyla yürütülen bir süreç söz konusu oldu. Her ne kadar AKP’nin kadınların haklarına ve kazanımlarına yönelik, bitmeyen saldırıları karşısında, sürekli tetikte olarak tepki verecek platformlar, bugünün tartışmasız gerekliliği olmaya devam etse de feminist hareketin kampanya tipi çalışma ve örgütlenme tarzının teamüllerini korumaya çalışmak da önemini sürdürüyor kuşkusuz: Yataylık, rotasyon, deneyim paylaşımı, merkezsizlik ve çoğunlukla değil karşılıklı tartışarak ikna olarak yol ve karar almak gibi…



Etiketler : Kadın Mücadelesi, Kürtaj yasağı, Kürtaj hakkı, AKP hükümeti, AKP kadın politikaları, AKP iktidarı cinsiyetçilik, kadın düşmanı iktidar,


...

Hülya Osmanağaoğlu