Kadıneki Yazı,

Femicide ilk kez ceza kanununda: Peki yeterli mi?


Heval Arslan-01 Ara 2020

Paris'in banliyölerinden Creteil Mahkemesi’nde katil erkek Gianni D.'ye 25 yıl hapis cezası verildi. Bu davayı özel kılan; Fransa’da, belki de dünyada ilk kez bir erkeğin 'femicide' suçundan ceza almasıydı…

Fransa'da 3 Kasım günü Paris'in banliyölerinden Creteil Mahkemesi’nde görülen Aïssatou Sow davasında, katil erkek Gianni D.'ye 25 yıl hapis cezası verildi. 3 gün süren bu davayı özel kılan, kadın katiline verilen ağır ceza değildi. Davayı özel kılan; Fransa’da, belki de dünyada ilk kez bir erkeğin 'femicide' yani kadın kırımı suçundan yargılanıp, ceza almasıydı.

17 Kasım'da ise 17 saat süren bir duruşmanın ardından Alexia Fouillot'u katleden Jonathann Daval’a 25 yıl, Margaux Mari'nun katiline de 20'si ağır olmak üzere 30 yıl hapis cezası verildi. Yargı alanında yaşanan bu gelişmeler, Fransa devletinin kadına yönelik şiddet ve femicide/kadın kırımına karşı mücadele çerçevesinde iki yıldır geliştirdiği bir dizi yasal düzenlemenin ardından geldi. 

Erkek şiddetine çözüm arayan Fransız hükümeti, yeni yasal düzenlemeleri sivil toplum örgütlerinin talepleri doğrultusunda şekillendiriyor. Ulusal Meclis'in ardından geçtiğimiz hafta Senato'nun da onayını alan yeni bir yasa, doktorlara, şiddet kurbanlarına yardımcı olmak için mesleki sırlarını ifşa etme izni veriyor. 

Sağlık çalışanı, aile içi şiddete maruz kalan bir kişinin yaşadıklarına şahit olması durumunda, hastanın izni olmaksızın polis ya da savcıya bilgi verebilecek. Yasa şiddet uygulayan erkeklere elektronik bileklik uygulamasını yaygınlaştırmayı da hedefliyor. 

Yine şiddet uygulayan erkekler için 16 psikoterapi merkezi açıldı. Ayrıca Fransa’da sözlü tacizin cezalandırılmasını öngören yasa da 2018'de uygulamaya konuldu. Bu yasal düzenlemelerin tümü kadın örgütleri ve Femicide Mağdurlarının Yakınları Derneği’nin çabaları sonucu hayata geçti. 

Özellikle kadın katliamlarının hukuk alanında "femicide" olarak kabul edilmesi ve kadın katillerinin soykırım uygulayan suçlularla aynı cezalara çarptırılması konusunda 2019 yılında hem sosyal medya hem de sokakta önemli kampanya ve eylemsellikler yürütüldü. Bu çalışmalar sonuç verdi ve ilk kez bir Avrupa ülkesinde "femicide" ceza kanuna girdi. Ancak kadınların büyük bir mücadele ile elde ettikleri bu hukuki kazanımlar, Fransa'da 'femicide'nin önünü almaktan uzak.

Fransa, kadın katliamlarının yoğun yaşandığı Avrupa ülkelerinin başında geliyor. Resmi verilere göre, ülkede 2019'da 146 kadın erkekler tarafından katledildi. 2018'de bu sayı 121 idi. 2019 yılında işlenen kadın cinayetlerinde bir önceki yıla göre yüzde 25'lik bir artış var. 2020 verileri henüz açıklanmadı ve maalesef kadın kırımındaki artış bu yıl da devam etti. 2019 yılındaki kadın katliamlarına ilişkin yapılan bir araştırmaya göre, kadınların yüzde 76'sı kendi evinde, partneri tarafından katledildi. Fransa'da her yıl yaklaşık 220 bin kadın eski partnerleri veya birlikte yaşadıkları erkekler tarafından şiddete maruz bırakılıyor. 

Tablo koronavirüs salgını ile birlikte daha da ağır bir hal aldı. Yine Fransa hükümetinin verilerine göre, koronavirüs salgını ile birlikte kadına yönelik şiddet ülke genelinde yüzde 32 oranında arttı, bu oran Paris ve banliyölerinde yüzde 36’larda. Salgın sürecinde şiddet gören kadınların en yakın eczaneye başvurması gibi yeni alınan önlemler de, kadına yönelik şiddetin önüne geçemedi, yeterli olmadı.

Peki neden? Nedeni, Haziran 2019'da Fransız hükümeti ile sivil toplum örgütlerinin yaklaşık 3 ay süren Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele çalıştayının açılış konuşmasını yapan dönemin Başbakanı Edouard Philippe'nin "Asırlardır maçoyuz!" sözlerinde gizli. Fransa'da arttan kadına yönelik şiddet, katliam ve tecavüzlerin nedenini cinsiyetçi toplum gerçekliğinde ve derin devlet geleneğinde aramak gerekir. 

Eşitlik için Yüksek Konsey'in hazırladığı bir rapor bu konuda çok çarpıcı veriler sunuyor. Raporda, toplumda erkeklerin çok yaygın bir şekilde ve sistematik olarak her türlü cinsiyetçi yaklaşım içine girdiğine dikkat çekiliyor ve bu durum tehlikeli bir ideoloji olarak tanımlanıyor. Aynı rapor, ülkede kadınların yüzde 89'unun cinsiyetçiliğin mağduru olduklarını ortaya koyuyor. Her 10 kadından 9'unun kadın olmaktan kaynaklı haksızlık, saldırı ve aşağılanmaya maruz kaldıklarını ifade ediyor. Raporda, cinsiyetçiliğin toplumsal bir hoşgörüye dayanarak kendini yeniden ve yeniden ürettiğine de dikkat çekiliyor.

2017'de Fransız radyolarında yapılan bir araştırmaya göre, sabah saatlerinde yayınlanan programlar ve youtuber yayınlarında yapılan mizahi anlatımların yüzde 71'i cinsiyetçi. Aynı raporda, 2017 yılında bir milyon 200 bin kadının sokakta hiç tanımadıkları erkeklerin sözlü hakaretine maruz kaldığı belirtiliyor. Yaşanan saldırıların yüzde 66'sının ise kamu alanlarında yaşandığına dikkat çekiliyor. 2018'de sözlü tacizin hapis ve para cezası ile cezalandırılması yasası yürürlüğe konuldu. Ancak yapılan suç duyularından sadece yüzde 3'ü cezai yaptırım ile sonuçlandı. Her ne kadar hükümet toplumsal cinsiyetçilik ile daha etkin mücadele etme sözü verse de, devletin bu kadar merkeziyetçi bir şekilde örgütlendiği Fransa'da bu pek de mümkün görünmüyor.

Aslında Fransa son 40 yıldır bir dizi reform ile Paris’te toplanan yetkileri, bölgesel yönetimlere devretmeye çalışıyor. Ancak ülkede merkezi devlet geleneği o kadar derin ki bu reformların neredeyse tümü başarısız kaldı. 

1982 yılında Fransa'da başlatılan yönetsel değişiklikler, merkezi üniter devlet sisteminin klasik örneklerinden birini oluşturan bu ülkede, kapsamlı bir âdemi merkeziyetçilik girişimi olarak ele alındı. 3 Mart 1982 tarihinde Fransa'da, "Bölgelerin, illerin ve komünlerin hakları ve özgürlüklerine ilişkin" bir dizi kanun yayımlandı. Aradan nerdeyse 40 yıl geçti, ancak beklenen desantralizasyon girişimi sadece kısmen hayata geçirildi. 

Devletin bu kadar katı bir şekilde varlık gösterdiği bir ülkede erkek şiddeti de bir o kadar varlık gösteriyor. Çünkü erkek devleti, devlet ise erkek şiddetini besliyor. Birbirinden güç alarak kendini üretiyor ve erkek egemen devlet, kadına yönelik şiddetin çapını her gün biraz daha genişletiyor. Bunun en çıplak halini kadınlar Covid-19 salgını sürecinde gördü ve yaşadı. 

Koronavirüsü salgını günlerinde ev içi şiddet arttı ve kadınların sığınma talebi karşılanamadı. Şiddet gören yüzlerce kadın sığınma evlerine değil de otellere yerleştirildi. Bir kısmı ise öldürülme tehditlerine rağmen, şiddet uygulayan erkeklerle aynı eve dönmek zorunda kaldı. Aslında Covid-19 sürecinde yaşananlar, kadınların hiçbir devlet tarafından korunamayacağını da gösterdi. Erkek şiddeti ile etkin mücadelede dünyanın en iyi yasaları da yapılsa, iş erkek egemen yargı pratiklerinde kilitleniyor. 

Kadınların şiddeti ve maruz kaldıkları tecavüzleri kanıtlaması oldukça zor. Kadın beyanı esas alınmadığı gibi tecavüz mağdurlarına suç duyuruları sırasında defalarca rızalarının olup olmadığı sorusu yöneltiliyor. Saldırının tüm ayrıntıları farklı biçimlerde defalarca soruluyor, çoğu zaman tecavüz mağdurlarına yaşadıkları cinsel saldırı yeniden ve yeniden yaşatılıyor. Bu durum karşısında kadınlar çoğu zaman suç duyurusunda bile bulunmuyor, bulunamıyor. Fransa’da tecavüze uğrayanların sadece yüzde 5 ile 10’nun suç duyurusunda bulunduğu tahmin edilirken, tecavüz failli erkeklerin sadece yüzde 1 ila 2’si ceza alıyor. ( 2017 verileri)

Bu durum karşısında kadınlar kendi çözümlerini kendileri üretmek durumunda. Eril iktidarın en yoğunlaşmış halini ifade eden faşist rejimler, kadına vahşice saldırmaktadır. Kimi zaman dinci bir örgüt, kimi zaman ılımlı İslamcı devlet yönetimi, kimi zaman emperyalist bir güç, kimi zaman baba, koca, abi, sevgili kisvesine de bürünse, özü itibari aynı olan eril bir sistemle karşı karşıya olduğumuzun farkındayız.

Bugün, bizim için önemli olan sorun kadına dönük her türlü saldırıyı, şiddeti nasıl ortadan kaldırabiliriz, sorunudur. Kadınlara korunaklar, sığınaklar değil, özgür yaşam alanlarını nasıl yaratabiliriz? Bu sorulara yanıt aramak gerekiyor.

Toplumda, özellikle de kadın ve çocuklar üzerinden yaygınlaştırılan şiddetin son bulabilmesi için öncelikle vicdanların uyandırılması ve yaşamların devletin denetiminden çıkarılması gerekiyor. Çünkü kadın bedeni üzerinden en fazla tasarrufu devletler yapıyor. Dolayısıyla mevcut sisteme karşı demokratik kültürün geliştirilmesi, toplumun geliştirilmesi kadar bunun özyönetim ve özsavunma güçlerini de oluşturmak gerekir. Başka türlü yaşamların güvenceye alınması ve kadın için özgür alanların oluşturulması mümkün değildir.


Etiketler : Fransa, Kadına yönelik şiddet, Femicide, Gianni D.,


...

Heval Arslan