Kadıneki Yazı,

Sistem krizi, olanaklar, olasılıklar


Nilüfer Şahin-29 Eki 2023

19 Temmuz 2012'de Kobanê, Efrîn, Amudê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê ve Dêrik'de hükümet binalarına el konulmasıyla başlayan devrimin yalnız DAİŞ’e karşı tarihi direnişle tanımlanması ya da yürüttüğü taktik, ittifaklar, Türk devletinin işgal saldırılarına karşı savunma savaşıyla sınırlı görülmesi bu devrimin toplumsal inşa boyutunu perdeliyor. Oysa SSCB’nin ve halk demokrasilerinin çöküşünden beri en beklenmeyen coğrafyalardan birinde eşitlikçi bir ütopya adası oluştu

"Zaman çarkı döner
Ve çağlar gelir gider
Olmuş olan, olacak olan
Ve olmakta olan
Her an gölgenin altında ezilebilir."

Zaman Çarkı (Robert Jordan)

"Bildiğimiz dünyanın sonuna gelindiği” uzun zamandır tartışılıyor. Gelişmeleri tarihin perspektifinden okuyabilenler için güncel her gelişmenin önümüzdeki asrı şekillendirme potansiyeli içerdiğini anlamak zor değil. Çark ivmesi artarak dönüyor.

Kapitalizm merkezlerinin, devletlerin kaos ve krizi algılama düzeyleri de, gelişmelerin yönünü belirleme istek ve çabaları da bir kez daha ezilenlerinkinden daha yüksek. Krizin yapısal olduğundan ise kimsenin şüphesi kalmadı. Kapitalist sistemin 1980’lerden itibaren kendi sınırlarını aşındırmaya başladığı daha sık dillendiriliyor. Krizin emarelerinden yana sıkıntı yok, neresinden tutsan dökülüyor misali, siyasetten ekonomiye, toplumdan kültüre, ideolojiye her yerde, her alanda.

Sistem güçleri, dünyanın yeniden paylaşımı, savaş, teknolojik rekabet, silahlanma yoluyla, uluslararası hegemonyanın yeniden dizaynına yoğunlaşmış durumda. Hegemonya sorununun nihai olarak nasıl sonuçlanacağı bir yana, çatışma alanlarının genişlemesine, rekabet dozunun artmasına karşın yeni bir düzene geçişin işaretlerinden eser yok. İşaretler aksine "kaos aralığı"nın beklenenden daha uzun süreceğini gösteriyor.

Kriz aralığının uzamasının görünür iki nedeninden söz etmek mümkün. Kapitalizmin yapısal olarak tarihsel sınırlarına dayanmış olması, liberal ve neoliberal modelin uluslararası sermaye açısından ömrünü tamamlamış olması, bu modelin yerine "artan kâr oranı" döngüsünü sağlayacak yeni bir modelin ufukta görünmemesi. Özcesi kapitalizm olağanüstü bir krizin batağında ve bu durumu yönetebilmek için finans sözcülerinin deyimiyle "bir el kitabı yok" ellerinde, bu birinci sebep. Bununla bağlantılı olarak, uluslararası hegemonya rekabetine dahil olan devletlerin (dahil olmayan devletlerin her gün büyük hızlı azaldığını ekleyelim) hegemonya merkezine oturarak, hakimiyetini temsil edecek düzeyde birikime ulaşmamış olması ikinci neden sayılabilir.

Atlantikçiler ve Asya Pasifikçiler biçiminde kümelenen devletlerin güç gösterilerini yeni düzeni kurmaktan ziyade rekabetin ne derece kızıştığının emarelerinden saymak gerek. Savaş ve savaşın kazanılıp kaybedilmesi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sonuçlarından da anlaşılabileceği gibi otomatik biçimde taraflarını düzen kurucu yapmıyor, hatta hegemonyanın kıyısına itiyor. Bu olgunun bir kural olup olmadığı ayrı bir boyut ancak olgu tarihi deneyimle sabittir. Dolayısıyla konvansiyonel savaştan (özellikle) kaçınabilen tarafların süreçten güçlü çıkması ve Yeni Dünya Düzeni’nin hakimi olma imkanı daha yüksek.

Görünen o ki, emperyal güçler bu tarihi derslerle hareket etme çabasındalar. Bu sebeple, nihai tek bir çarpışmadan kaçınırken savaşı, rekabeti geniş zamana ve mekana yayıyorlar.

Sermayenin böylesi uzun süreli bir kaos ve krizle baş edip edemeyeceğini toplumsal dinamikler belirleyecek olsa da tüm bu zaman aralığında krizin yükünü halka taşıtacağı açık ve zaten uzun süredir yürürlükte olandır. Kriz zamanlarının bildik prosedürü işliyor; maliyetlerin azaltılması (yani işten çıkarmalar), devlet korumasından daha fazla yararlanma (halktan alınan vergilerin artması, kamuya ayrılan bütçenin kısılması, devlet fonlarının sermayeye akıtılması), kârlı alanlara yönelme (savaş teknolojileri ve lojistiği) vb.

Her sistem krizinde olageldiği gibi toplum bu faturaya razı olmaz, dolayısıyla toplumun krizi sorumlu tutacağı "kötülük nesneleri" gösterilir, toplum karşıtlaştırılarak yönetilir. Bugünün "kötülük nesnesi" her ülkede değişse de, dünyada göçmenler, Nazi Almanya’sındaki Yahudiler ile bugünün göçmenleri arasındaki fark giderek kapanıyor, gördükleri muamele açısından. "Göçmen karşıtlığı", "popülist sağ politikanın yükselişi" gibi ifadeler yükselen faşizmi kamufle etmeye yarıyor yalnızca. Krizin toplumsal siyasal yükü, totalde faşizm olarak açığa çıkıyor. Sistem krizini siyasi olarak faşizm yoluyla yönetebiliyor. Bu, halkların, toplumun yıkımı demek ve yakın gelecekte daha şiddetli hale geleceğinden kuşku duymamak için bir neden yok. Bu tabloyu değiştirebilecek, halkın lehine gelişmelere yol açacak tek seçenek ise örgütlenmek.

Olanlar, olacak olanlar, riskler

Ezilenlerin, bir dünya krizine tarihlerinde ilk kez bu derece hazırlıksız yakalandığı iddiası temelsiz değil. Kuşkusuz ekonomik buhranın, işgal ve savaşların, artan baskıların karşısında ciddi direnişler, mücadeleler var. Dünyanın her yerinde düzeyi, niteliği, talepleri farklılaşsa da, yükselen "gerici" dalga karşısında halklar harekete geçiyor. Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’ni ayrı tutarak (sonradan değineceğimiz için) söylemek gerekirse, Fransa ve İngiltere’de sınıf hareketlerinden, Amerika'da ırkçılığa karşı, Yunanistan'da adaletsizliğe, Güney Amerika'da yoksulluk, yolsuzluk ve faşizme karşı hareketler, direnişler, ekolojik hareketleri son birkaç yılda parçalı da olsa sürdü. Dönemin en ayırt edici hareketleri ise kadın, cins mücadeleleri eksenli olanlardı. Türkiye, Afganistan ve kadın mücadele tarihinde eşsiz bir direniş olarak yer alacak İran'daki serhildan (başkaldırı), kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelelerinde yeni bir aşamayı ifade ediyor. Buna karşın tüm bu hareketler çoğunlukla kendiliğinden, tutarlı, kararlı yüklenmelerden, önceliklerinden yoksun. Bu nedenle de sistemi, devletleri zorlamanın ötesine geçemiyorlar. İran'daki serhildanın gösterdiği gibi, olağanüstü bedeller göze alınarak başlayıp yükselen bu gözü pek mücadeleler, somut bir hedefe, programa ve liderliğe bağlanmadığı için zayıflayıp sönümleniyorlar. Önümüzdeki dönem benzer direnişleri en radikal halleriyle görmek hiç şaşırtıcı olmayacak. Toplumun demokratik doğasıyla uyumlu olan da budur. Ancak göçmenler ve işsizlik meselesi, faşist siyasi parti ve örgütlerin gelişmesinin zemini ve uzun zamandır demokratik mücadelelere paralel gelişen böyle toplum karşıtı bir diyalog da mevcut.

Krizin topluma maliyetini gösteren olgular, kapitalist modernitenin her buhran döneminde görülenlerle aynı özü ihtiva ediyor. Bugün farklı ve tehlikeli olan ise toplumun devrimci demokratik iradesini açığa çıkarması beklenen öncülerin içinde bulundukları krizdir. Temelde ideolojik olan kriz, büyük altüst oluşun ortasında da aşılmış değil. 19. yüzyıldan itibaren gelişen, olgunlaşan özgürlük, eşitlik ideali ile topluma öncülük eden, dünyanın en ücra köşesindeki halkları, ezilenlere kurtuluş umudu veren partiler, örgütler ve eşitlikçi akımlar, kapitalist moderniteyi geriletmiş, Yeni Dünya Düzeni’ne yön vermişlerdi.

1989’da Sovyet sosyalizmin çöküşüyle dünyadaki demokratik, sosyalist, ulusal kurtuluşçu hareketler bugün devam eden ideolojik krize sürüklendi. Sistem, oluşan özgüvensizliği "ideolojilerin sonu" söylemiyle derinleştirirken, bir taraftan sosyalizmin, halk demokrasilerinin hatalarını, sapmalarını, eşitlikçi ideallere karşı ideolojik savaşın cephaneliğine dönüştürdü. Ütopyaların/büyük anlatıların sonuna ikna olmak ile gerçekleşen deneyimlerin tüm hatalarını bağnazca savunmak arasında savrulup duran sosyalist hareket ve çevreleri ise açık ve cesurca mirasın muhasebesini yaparak, yenilenerek tekrar başlama basiretini gösteremediler ya da pek azı (Kürt Özgürlük Hareketi gibi) fırtınaya karşı yürüyebildi.

Halkçı, eşitlikçi ideolojilerin (Praksis düzeyinde) zayıflamasının yarattığı boşluk artık devasa ve her geçen gün daha fazla hissediliyor. Bu şartlar değişmeden evrensel bir paradigma olmaksızın sistemin dünyayı, insanlığı felakete sürüklemesini önlemek hayal ötesi.

Bir devrimi anlamak

Sosyalizmin çözülüşünü erken gören, analiz eden; dünyada sosyalizme inanç sarsılırken ve devrimci hareketler uçtan uca savrulurken, kendini yenileyerek, kararlılıkla devrimci halk mücadelesini sürdüren hareket Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliğiydi. Abdullah Öcalan'ın 1999'da uluslararası komployla esir alınmasından sonra 90 öncesinde başlattığı sosyalizme dönük çözümlemelerini yeni bir toplumsal paradigmayla sonuçlandırdı. Devrimci temelde kendini yenileme kabiliyeti, hasımları başta olmak üzere harekete ömür biçenleri şaşırtırken, Türkiye'de sol-sosyalistler olan biteni anlamlandırmaktan oldukça uzaktı. Hareketin ve Önderliğinin başarılarını ulusal kurtuluşçu olmaya, taktik manevralara, halkın devrimci enerjisini hatta tesadüflere bağlamaya kadar yüzeyseldi yaklaşımlar. Kuramla, ideolojiyle, paradigmayla bağlantısını kurmaktan ise ısrarla uzak duruldu.

Özünde kolonyalist bilinçaltının yansıması olan doğunun düşünce gücünün eşitlikçi, demokratik bir paradigma oluşturmaya yetmeyeceği, evrensel demokratik, devrimci fikirlerin, programların ancak batıdan ya da uzaktan gelebileceği yönündeki inanç, Türkiye safındakilerin Kurdistan Devrimi’nden ideolojik, kuramsal düzeyde etkilenmesinin önündeki başlıca engeldi; bugün de bu engel aşılmış değil. Meyvesi yiyilesi, ağacı faydasız mealindeki yaklaşımın tutarlılığı ise şüpheli.

Kurdistan Devrimi’nin siyasi, toplumsal örgütsel kazanımlarını benimsemek, devrimin rüzgârlarını arkalayarak güncel siyasette etkili olmak, ancak devrimin paradigmasından bir haber olmak, siyasi açıdan pragmatizmin ayrıca ideolojik açıdan ise solun krizini ifade ediyor. Sovyetlerin yıkılışından bu yana 34 yıl geçti. Bu zaman aralığında devlet/iktidar sorunundan sınıf çözümlemelerine, ulusal kurtuluştan cins meselesine, toplum sosyolojisine kadar hiçbir temel soruna ilişkin ne bir yeni kavram ne bir formülasyon geliştirilmiş, eski tezleri kendi zaviyelerinden tekrar eden tarz hâlâ hakim. Ve bu, Türkiye toplumunun devrimci demokratik mücadelesini öncüsüz bırakıyor, sisteme eklemlenmesine, faşizmin toplumsal tabanın genişlemesine imkan veriyor. Türkiye toplumunun devrimci, antifaşist bir programa ikna edilmesinin maddi koşulları, tarihinde belki hiç bu kadar olgunlaşmadı; halk ve devlet arasında çelişki bu düzeyde kesinleşmedi. Ancak sistem krizi dünyadan her yere yayılırken, çelişkilerin en çok yoğunlaştığı bir coğrafyada, ideolojik açıdan net, toplumun gerçek sorunlarını odaklı bir kuram ve paradigma olmaksızın öncülük sorunu çözülemez. Siyaset ancak tutarlı olduğunda, kuramdan beslendiğinde işlevseldir. Son bir yılda bu daha net görülmüş olmalı.

Kurdistan Devrimi ve Önderliği, emsali görülmemiş kuşatma altında olmasına karşın 50 yıllık birikimi, kazanımları ve 21. yüzyılda halkların seçeneğini paradigma düzeyinde formüle etmesiyle dünyadaki sistem karşıtı mücadeleleri etkiliyor. Türkiye'den Kurdistan Devrimi’ne yeni bir açıdan bakmak ya da kendi dinamikleri yoluyla ideolojik/kuramsal krizini aşabilirse demokratik devrimci hareketlerin öne çıkması yalnız bölgeyi değil, dünyayı etkileyecek beklenmedik sonuçlar doğurabilir.

Kuşatma altındaki devrimi savunmak

Rojava; demokratik, ekolojik, cins eşitliğini esas alan Ortadoğu'nun çok uluslu, çok etnisiteli koşullarında demokratik ulus temelinde eşit, özgür bir yaşam öneren paradigmanın inşa alanıdır. İnşa, halkların mücadele tarihinde görülmemiş şartlarda yılları bulan kuşatma altında sürüyor.

19 Temmuz 2012'de Kobanê, Efrîn, Amudê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê ve Dêrik'de hükümet binalarına el konulmasıyla başlayan devrimin yalnız DAİŞ’e karşı tarihi direnişle tanımlanması ya da yürüttüğü taktik, ittifaklar, Türk devletinin işgal saldırılarına karşı savunma savaşıyla sınırlı görülmesi bu devrimin toplumsal inşa boyutunu perdeliyor. Oysa SSCB’nin ve halk demokrasilerinin çöküşünden beri en beklenmeyen coğrafyalardan birinde eşitlikçi bir ütopya adası oluştu. Kurdistan'ın geri kalan parçalarındaki halkın özlemle yüzünü döndükleri batı parçası sadece kurtarılmış ülke toprağı değil, aynı zamanda özgür, eşit, demokratik Kurdistan hayallerinin cisimleşmiş hali, esaret altındaki Önderliğin halkı ve bölge halkları için diktiği fidanın göverip meyve vermesidir. Toprağın kutsallığı, o topraklar üzerinde kurulacak yaşamın özgür ve demokratik olması oranında geçerli. Bu, yeni bilinç, yeni paradigma; bir halk kardeş halklarla birlikte dünyaya ütopya sunmuyor, ütopyayı gerçek kılmaya çalışıyor.

Coğrafyanın stratejik ve politik konumu, devrimin karşı karşıya kalacağı güçlüklerin de habercisiydi. Bölge ve dünya egemenlerinin çöreklendiği alanda devrimin savunulması ve inşası için manevra imkanları azdı. DAİŞ saldırılarına karşı tarihi direniş, devrimin taktik ve stratejik ittifaklarını büyütme, geliştirme imkanı sundu ve devrimin önderliğinde imkanları değerlendirme başarısını gösterdi. Enternasyonal dayanışma, DAİŞ karanlığına karşı Kürt kadınlarının, Rojava halkının direnişi ile Kurdistan mücadelesi dünyanın gündemine girdi. Kürt kadın savaşçılar direnişin sembolüne dönüştü.

DAİŞ’e karşı yürütülen direnişin zaferle sonuçlanmasının ardından uluslararası demokratik kamuoyunun dikkati geri çekildi. Bölgede taşların yerine oturmadığı koşullarda devrimin karşı karşıya olduğu risklerin devam etmesi olağandı. DAİŞ püskürtüldükten sonra Türk ordusunun işgal saldırısı, uluslararası emperyal güçlerin göz yummasıyla gerçekleşti. DAİŞ saldırıları sürecinde oluşan uluslararası dayanışmanın Türk devleti işgaline karşı geliştirilememesi, 2018’de Efrîn’e, 2019’da da Serêkaniyê ve Girê Spî’ye dönük saldırı ve işgalin önünü açtı. Bu süreçlerden sonra Rojava Devrimi kendi öz gücü, sınırlı güce sahip devrimci dostların dayanışmasıyla direnmeye devam etti. Bugün hala işgal tehdidi sürüyor. Bölge devletlerinin içte ve dışta devrimi sabote etme, Rojava haklarını birbirine kışkırtarak kırdırma suretiyle içten çözme yönelimleri artıyor. Büyük kuşatma altındaki devrim, kazanımlarını korumayı, toplumsal inşayı, kadınların, yoksulların özgürlük adası olma çabasını sürdürürken, kendisine yönelen fiziki ve ideolojik saldırılara karşı direniyor. Kapitalizmin çöküşü ve dünya krizinin derinleştiği konjonktürde, Rojava Devrimi'ni yeniden düşünmek ve savunmak dünyanın tüm ezilenleri için demokratik bir gelecek umut etmenin de yolu. Fiziki ve ideolojik siyasi saldırılar altında sarsılan, zaman zaman yalpalayan devrimin eksiklerine odaklanmak yerine tarihi önemini anlamak, liberal, postmodern, milliyetçi çevrelerin ya da sistemin doğrudan başvurduğu gözden düşürme çabalarına, devrimin niteliği ve ittifaklarıyla ilgili spekülasyon ve manipülasyonlara karşı devrimi ideolojik, politik bakımdan savunmak, 21. yüzyıl devrimler silsilesine imkan sağlamaktır aynı zamanda.


Etiketler : Rojava Kadın Devrimi, Rojava Devrimi, Rojava'ya hava saldırıları,


...

Nilüfer Şahin