Kadıneki Yazı,

Orda bir çöl var, uzakta!


Zeynep Altınkaynak-15 Tem 2021

Maxmur’un acıları, kayıpları, maruz kaldıkları korkunç politikaları yazmaya, ne dil yeter ne de akıl… Ölümsüz, savaşsız, silah-uçak-tank-top sesi duymadan geçirdikleri tek bir gün olmasa da, slogansız, mücadelesiz, tek bir günleri de olmadı 

‘Orda bir köy var uzakta’ diye başlayan bir çocuk şarkısı vardı. Varlığımızın ve benliğimizin Türk varlığına armağan edildiği okul yıllarında ezberletilmişti bu şarkı, gidip görülmeyen ama varlığı bilinen bir yeri işaret ediyordu. Neden gidilemediği, neden kalınamadığı ya da esasta neden dönülemediğini hiçbir zaman öğrenemedik, ta ki hayatın gerçekleriyle daha yakından hemhal oluncaya dek…

Orda bir çöl var uzakta, Maxmur ilçesinin 2 km kuzeyinde, Musul’un 250 km doğusunda, Hewler’in 57 km güneyinde, Karaçox dağının eteklerinde, Miştenur tepesinin hemen dibinde… Adı kayıtlarda Maxmur Mülteci Kampı olarak geçer, 27 yıllık aralıksız bir mültecilik zincirinin tarihsel tanıklığı ve öyküsüdür. Yaşamın yoktan nasıl var edildiğinin, sindirme, baskı, zulüm ve katliam politikalarına karşı başkaldırının en gözle görülür örneklerinden birisidir. Yurdunu ve toprağını sevmenin üstünde yaşamaktan değil, barındırdığı değerlere sahip çıkmaktan geçtiğini ezber eylemiş on binlerce Botanlının uzun süreli yaşam alanıdır. Maxmur gerçeğini tanımlarken ‘kamp’ kavramını kullanmak çok gerçekçi olmamaktadır. Zira kamp kısa süreli kalınan, geçici bir mekânı işaret etmektedir. Genelde Kürt gerçeğinde, özelde Maxmur’da ortaya çıkan durum ise kamptan çok bulunduğu toprakları yaşam alanına çevirme gerçeğidir.

1994 yılında Botan’ın cennet coğrafyası ve kökleri tarihten beslenen direngen damarı amansız bir sınava tabi tutuldu, Botan halkının önüne iki seçenek sunuldu, ya köklerine ihanet edecek, koruculaşacak ve iradelerini teslim edeceklerdi ya da katliam ve sürgün politikalarının baş hedefi olacaklardı. İkisini de kabul etmedi gücünü geleneğinden alanlar, onlarca köyden, binlerce insan kafile kafile Federe Kürdistan Bölgesi'ne geçti ve 27 yıllık mültecilik zincirini başlatmış oldular. Maxmur kampına geçene kadar 8 kamp değiştirdiler ve her bir kampı her anlamıyla yaşam alanına çevirdiler, bu sebeptendir her defasında yönelimlere maruz kaldılar, her defasında yeniden ve yeniden yollara düştüler. Toplumsallıklarından, ahlaki ve politik değerlerinden, ulusal bilinçlerinden taviz ihanetti onlar için, bu sebeple ne KDP işbirlikçiliğinin dağıtma ve sindirme politikalarına kandılar ne de Türk devletinin pişmanlık dayatmalarına… En nihayetinde 1998’de susuzluktan ve akreplerden ölsünler diye gönderildikleri Maxmur’da çölün orta yerinde adeta bir vaha yarattılar. 

Maxmur’un acıları, kayıpları, maruz kaldıkları korkunç politikaları yazmaya, yazmaktan öte anlatmaya ne dil yeter ne de akıl… Bu denli acı ve zorluğa rağmen nasıl ayakta kaldıkları ve bu ayakta kalma halinin nasıl kendine has toplumsal bir karakter yarattığı ise daha derin bir bilgelik istemektedir. Çünkü Maxmur’da ki toplumsal karakteri özgün ve özerk yapan gerçek salt çektikleri, katlandıkları acı ve zorluklar değil, acıyı direnişe, zorluğu inşaya katık etmeleri ve kendi yaşam alanlarını örmeleridir. Geçen 27 yıl içerisinde Maxmur halkı, sürgün içinde sürgün, savaş içerisinde savaş gerçeğiyle sürekli yüz yüze kalmıştır. 2014 yılında DAİŞ’in saldırıları ve halkın direnişi, yine bunun akabinde başlayan ve artık süreklileşen hava saldırıları ve 2019 ortası itibariyle başlayan topyekûn ambargo… Buna karşılık yurt edindiği toprakları inatla bırakmayan, yaşamını kendi öz gücüyle idame ettirmeye çalışan mültecilik gerçeği, bugün dünyanın hem ilham hem de utanç tablosu olmalıdır.

Mayıs 2020- Maxmurlu kadınların ambargoyu protesto yürüyüşü.  

Bu hakikatin en gözle görülür, adeta direnişi doğuran gerçeği Kürt kadınlarıdır. Doğal topluma beşiklik etmiş Botan coğrafyasının tarihsel-kültürel mirasını giyinmiş kadınlar, bu çöl coğrafyasında yaşamı yine doğal toplumun gücü ve kudretiyle ördüler. Bu direnişin ana damarı ve ahlaki-toplumsal birikimi, kadınların yaşam inşasında vücut buldu. 

Yaşamı inşa etmek ya da toplumsallığı yeni mekân ve koşulların karakteriyle yeniden örmek direnç ve sabır olmadan mahir olunacak bir iş değildir. Geldikleri coğrafyaya hiçte benzemeyen çöl ikliminde kadınların yaşam öyküleri de tıpkı mültecilik öyküleri gibi derin, yaralı… Tıpkı mültecilik öyküleri gibi direngen, başı dik… Tıpkı mültecilik öyküleri gibi inatçı, tel, sınır, korku tanımaz… 

Evini, okulunu, asgari yaşam imkânlarını kendi imkânlarıyla ören Maxmur kadınları, 27 yıllık mültecilik içerisinde sadece verili olanı yaşamadılar, aynı zamanda kendilerini tanıdılar. Kadın özgürlük mücadelelerini yakından tanıyıp yine kendilerine has bir değişim ve dönüşüm yaşadılar. Eski köklerinden ve geleneklerinden kopmadan erkek egemenliğinin kendilerine dayattığı toplumsal rollere karşı çıktılar ve politikadan ekonomiye, sağlıktan eğitime tüm yaşam alanlarına kendi renkleriyle damgalarını vurdular. Sadece günü birlik devam eden fiziki ve özel savaş yönelimlerine karşı değil aynı zamanda feodalizm ve dincilikten beslenen tüm kadın düşmanı pratiklere karşıda amansız bir mücadele yürüttüler. Evin, ailenin dünyalarını daraltan sınırlarından eğitim ve kadın örgütlenme alanlarına aktılar. Ölümsüz, savaşsız, silah-uçak-tank- top sesi duymadan geçirdikleri tek bir gün olmasa da, slogansız, mücadelesiz, eğitimsiz geçirdikleri tek bir günleri de olmadı. 

Her şart ve koşulda azametli duruşunu korumak, özgürlük düşüncesine ve inancına bağlı kalmak, bu denli büyük zihniyet değişim dönüşümlerinden geçmek kolay değildir. Bu sebeple Maxmur mülteciliğini en özgün hale getiren gerçek Kürt kadınlarının direniş odaklarıdır. Bu direniş odaklarını, bu kadınların yaşam sınavlarını dünyaya duyulur ve görünür kılmak, bir ilham kaynağı haline getirmek esaslı bir görevdir. Bu ruh, bu güç ve yaşam sevgisi her defasında umudun ölmediği yerde yaşamın yeniden ve yeniden yeşereceğinin ispatıdır. Ölümü öldürmek budur, ölüm ve ölüm korkusu öldükten sonra sonsuz bir cesaret süreci başlar. Maxmur kadınları Botan sınırını arkalarında bıraktıkları gün, ölümü de öldürdüler. Ondan sonra her şart ve koşulda ‘yaşam’ ilkesi esas oldu.

Bu yaşam ilkesi bugün de her şeye, her türlü yönelime rağmen geçerliliğini korumaktadır. Toplumsal değerlerinin gücüyle, mültecilik yollarında ve uzun süreli direniş içerisinde yitirdiklerinin anılarıyla gelecek umutlarını örmeleri muazzam bir yaşam sentezi yaratmıştır. Yokluktan varlık yaratmak denilen şey tam da budur. 

Orda bir çöl var, uzakta… Artık neden gidilemediğini, gidilince neden dönülemediğini daha iyi bildiğimiz… Bir gün daha özgür ve daha yaşanılır bir ülke gerçeğinde topraklarına dönme hayallerini her zaman diri tutan binlerce kadın var.


Etiketler : Federe Kürdistan Bölgesi, Mahmur Kampı, Mahmurlu kadınlar,


...

Zeynep Altınkaynak