Kadıneki Yazı,

Mekân politik bir üründür


Berivan Güneş-01 Tem 2022

Kadını mekân ya da kentte sınırlayan temel sebep biyolojik cinsiyeti değil sosyolojik ve siyasi faktörledir... Mekân, politik bir ürün olduğundan kaynaklı mevcut eril politikalar mekânda da yansımasını bulmaktadır

“Mekânlar, toplumsal eylemlerin gerçekleştiği boş kutular değildir. Mekân, toplumsal kodlarla işlenmiş, kendine ait hafızası olan, aktif bir alandır. Toplumsal olan mekânsal, mekânsal olan toplumsaldır. Toplumda meydana gelen her şey mekânsal sonuçlar doğurduğu gibi, her mekânın toplumsal olan üzerinde kurucu bir işlevi vardır. Mekân tahakküm ve itaatin, dayanışma ve işbirliğinin aynı anda barındırdığı karmaşık bir ilişkiler ağıdır.”(Massey,1994)

Mekân, içinde yaşadığımız yer ve mimari özelliklere sahip yapılar olarak ifade edilir. Bunun yanında bize hep devletin, yaşanılacak vatanın ve toplumun iç içe geçmişliği ile sunulur. Bulunduğumuz her mekan aynı zamanda hakim kültürü, ideolojiyi, sosyolojik yapıyı ve yaşam şeklini yansıtır. Birey ve toplumu şekillendirme konusunda önemli bir rol almaktadır. Doreen Massey, 1994 tarihli “Mekân, Yer ve Toplumsal Cinsiyet” kitabında mekânı tanımladığı gibi, toplumsal alan ve mekân arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Mekânın bu kadar faktörle karşılıklı ilişki içinde olması ve birbirini beslemesi, mekânın politik bir ürün ve politik değişimler ile kendini yeniden ürettiğini göz önünde bulundurmak gerekir çünkü mekânın ve toplumsal alanın değişimi birbirine bağlıdır.

Mekân; sosyolojik yapıyı, kent kimliğini, kültürünü, içinde yaşayan halkın ideolojisini yansıtan bir ağdır. Bu yüzden toplumsal olaylarda ilk saldırılar mekân üzerinde gerçekleşmektedir. Tarihsel birçok ayaklanma ve çatışmalı süreçlerde mekân yok edilmek istenmiştir. Yakın tarihimize baktığımız da IŞİD'in Kürdistan topraklarına saldırıları tarihsel hafıza ve kültüre sahip mekânlar ile kentleri yok etmek üzerine oldu. Mekân üzerindeki bu tarz saldırılar hafıza ve kimliğe olduğu kadar siyasi bir strateji olarak da mekânda tahakküm kurma üzerine de gerçekleşmektedir. Kent siyasetinin mekân üzerindeki tahakkümüne, 1853-1870 yıllarında Paris’teki halk ayaklanmalarını önlemek amacıyla dönemin Valisi Baron Haussmann tarafından kente yapılan müdahaleleri örnek gösterilebiliriz. Kolluk kuvvetlerinin dar sokaklara kurulan barikatlar nedeniyle ayaklanmalara müdahale zorluğu yaşaması ve işçi isyanlarının büyümesi sebebiyle, Paris’in geniş caddeli şehir planlamasının yapılması kentsel siyasi müdahalelerin ilk örneği olarak gösterilebilir. Haussmann’ın 3 etapta gerçekleşen bu plan ile Paris’in %60’ını değiştirdiği söylemektedir. 160 yıl sonra benzer örneklerini Kürdistan coğrafyasında yaşanan çatışmalı süreçlerde Nusaybin, Sur, Cizre ve Şırnak’ta görebilmekteyiz. Kentsel dönüşümden ziyade kentsel müdahalelerin yaşandığı bu şehirlerdeki değişimleri kent kültürüne, sosyolojik yapısına ve kimliğine bir saldırı olarak okumalıyız. Geldiğimiz bu noktada kent ve kent mekânın özel savaş politikalarının bir parçası olarak kullanıldığı gerçekliği ile karşılaşmaktayız. "Kentte veya mekânda siyasi iktidar olamıyorsam mekân üzerinde tahakküm kurarım” anlayışı mekânın politik oluşumundan gelmektedir.

MEKÂNIN CİNSİYETİ

Mekânın cinsiyeti var mıdır?

Kadını mekân ya da kentte sınırlayan temel sebep biyolojik cinsiyeti değil sosyolojik ve siyasi faktörledir. Bu bağlamda baktığımızda sosyo-kültürel ve politikalar, mekân üzerinde cinsiyetçi tavır sergilenmektedir. Mekân, politik bir ürün olduğundan kaynaklı mevcut eril politikalar mekânda da yansımasını bulmaktadır. Bu durumda mekân ve toplumsal cinsiyet ilişkileri arasında karşılıklı ve birbirini inşa eden dengeler vardır. Mekânın cinsiyetinden bahsederken kamusal alan ve özel alan karşımıza çıkmaktadır. Kamusal alanlar tarihte toplumsal mücadelelerin ortaya çıktığı ve toplumsal olayların konuşulduğu, tartışıldığı, dayanışma ve örgütlenme alanları olarak şekillenmiştir. İktidarlar tarihin birçok döneminde kamusal alanlar üzerinde tahakküm kurmak ve kendisine göre şekillendirmek için müdahalelerde bulunmuştur.

Günümüz kamusal alanları ise müdahaleler sonucu farklı bir boyut kazanmıştır. Günümüz kamusal alanları, daha çok erkekler için tasarlanmış mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kentlere baktığımızda yollar kentin büyük bir bölümünü oluşturur bunun altında yatan nedenlerden biri otomobil kullanımın çoğunluğunun erkeklerde olması ve erkekler için konfor alanı yaratılmasıdır. Diğer yandan sosyal donatı alanların başında gelen açık yeşil alanlar ya kentin dışında ya da dini tesis alanlarının yakınında konumlandırılmaktadır. Kadınların ulaşamayacağı ya da kendisini baskı altında hissedeceği yerlerde planlandığını görebilmekteyiz. Kentte tasarlanan kamusal alanların kimin için yapıldığı ve kime hizmet edeceği eril politikalar ile şekillenip, kadının yerinin özel alan dediğimiz dört duvar arası yapılar olduğu gösterilmektedir. Birçok kentte ve alanda müşterek olan kamusal alanlar ve özel alanlar iktidarların denetiminde ve inisiyatifinde planlanmaktadır. Site kültürünün yaygınlaşması ve kentsel dönüşüm projeleri ile birlikte kadının hareket alanı iyice daraltılmıştır. Bu tarz projeler ile birlikte sınıfsal ve toplumsal farklılıkların mekânsal ayrışmalarda daha da görünür hale getirilmiştir. Bu yeni projelerle birlikte kadının mekânı ev içi ya da site içi olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Site kültürü ile birlikte kadın kamusal alandan tamamen çekilmiş, kendini "korunaklı ve güvenli" site alanı içinde sıkıştırmış, erkek ve kadının mekân kullanımları keskin çizgilerle ayrıştırılmış, kadının ev içi rolü iyice belirginleşmiştir. Kadın için bir konfor alanı olarak geniş mutfaklar, ev işlerini daha rahat yapabileceği yapı malzemeleri ile dört duvar arası dediğimiz özel alanlar sunulmuştur. Eril iktidar kadının yerinin kamusal alan değil ev içini olduğunu bir kez daha hatırlatarak, kamusal alanların kadınlar için uygun olmadığını, güvensizlik hissi yaratarak ve erişebilirliği olmayan konumlarda planlamasını yaparak göstermeye çalışmıştır. Mevcut ataerkil toplumsal cinsiyet rejimi ve buna dayalı olarak idealize edilen kadınlık rolü fiziksel ve sözel olduğu kadar mekânsal olarak da kadınlara dayatılmaktadır.

Kadınlar ve ötekileştirilmiş bireylerin en temel insani hak ve özgürlükleri bağlamında kamusal mekânların yeniden tasarımı pratikleştirilmelidir. Mevcut kamusal alan pratiklerine alternatif bir kamusal mekân kavramının ortaya çıkması ve tartışılması gerekmektedir.

Mekân ve kadın

Mekân ve kadın arasındaki ilişkileri incelerken organik doku ve çatışma süreci sonrası tasarlanan TOKİ’lerdeki kamusal alan kullanımı ve yerel hizmetlerin sunumunda Nusaybin örneği üzerinden kadının mekânda yaşadığı zorlukları ve mekânı nasıl dönüştürdüklerini değerlendirebiliriz. (Sur ve Şırnak’ta yapılan yeni konutlar asıl sahiplerine teslim edilmediği için Nusaybin üzerinden örneklendiriyoruz.)

Nusaybin’de yıkılan konutlar bir veya iki katlı büyük bir ön bahçesi, genel olarak daha küçük bir arka bahçesi olan dar sokaklarda yan yana hizalanmış parsellerden oluşan, yatay mimarinin hakim olduğu, tarihsel süreçler içerisinde bir kimlik edinmiş doğal toplum dokusu hakimdi. Mekân dizilimi hiyerarşisine baktığımız zaman özel/yarı özel/kamusal alan şeklinde sıralanmıştır. Kadınlar özel alan olan ev içinde gündelik işlerini yaparken, yarı özel alan olan bahçede (avlu) doğa ile ilişkisini kurup sebze ve meyve yetiştirdiği, yakın çevresi ile sosyalleştiği, kamusal alan dediğimiz sokakta ise komşuları ile zaman geçirdiği, yeri geldiğinde müşterek olan “tandır”da ev içi ekonomisine destek olmak için ekmek ürettiği, komşuları ile dayanışma gösterdiği bir alan oluşturmuştur. Kadınlar böylelikle kırsal ve göçebe yaşam tarzını kentlere taşımış, kentler kadınların yaşam şekli ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Kadınlar, tüm mekânları kullanan, mekânda ve mekân üretiminde aktif rol alan aktörlerdi.

Sokağa çıkma yasakları sonrası oluşan yıkım.

2016 yılında yaşanan çatışmalı süreç sonrası Nusaybin’in 6 mahallesinde acele kamulaştırma ile yıkımlar başlamış, kentte dar sokak dokusu yerine bulvar tarzı geniş caddeler, müstakil evlerin yerine çok katlı yapılar,  kentsel dokuya uygun olmayan, Nusaybin halkının yaşam kültürünü, komşuluk ilişkilerini yok eden, erilliği ve iktidarı temsil eden TOKİ yapıları yapılmıştır. Üretilen bu mekânlarda kadınların, doğa ile ilişkilerinin kurulması engellenmiş, sosyal ve kamusal alanları yok edilmiştir. Kadınların hem toplumsal görevlerini hem de üretim görevlerini gerçekleştirecek mekânlar yaratılmamıştır. İktidar mekân üzerinde tahakküm kurmaya çalışarak kadınların ev içi sorumlukları ve kamusal alanda gösterdikleri mücadelelerini pasifleştirmeye çalışmıştır. İktidarın kadın örgütlülüğüne ve emeğine müdahalesini mekânsal değişimlerde görebiliyoruz.

Mekân üzerinde ne kadar tahakküm kurulursa kurulursun kültür ve dil taşıyıcısı olan kadınlar, kentin ve toplumun biçimlenmesinde önemli rolleri olan doğal birer plancıdırlar. Doğanın ve toplumun onlara yüklediği görevler kadınları toplumun ve mekânın şekillendiricisi konumuna getirmiştir. TOKİ bahçelerine doğa ile ilişkilerini yeniden kurarak bostanları kurmaları, tandır kültürünü yeniden yaşatmaları, egemen iktidara karşı toplumsal direngenliği ortaya çıkaran yaşam alanlarını kurarak, kadın mücadelesinin örgütlülük, paylaşım ve ortak yaşam kurma ideası üzerinden yaşam bulduğunu bir kez daha hatırlattılar.

Tarihin her döneminde doğayla bütünleşik yaşamış olan kadın, mekânı doğayla iç içe oluşturmuş ve yüzyıllarca kolektif bir yaşam sürmüştür. Ta ki erkek egemenlikli sistem kadını mekândan koparıp mekânı da erilleştirene kadar. Tarihsel süreçler boyunca iktidarların ve mevcut sömürgeci devletlerin, hafıza ve kimliğe saldırarak, bir halkın dilini, kültürünü ve tarihselliğini mekân üzerinden kaybettirmeye çalıştığını biliyoruz. Eril iktidarlar ve politikaları kadınları kamusal alanda yok saymaya, mekân üzerinden tahakküm kurarak kadının özgürlük alanına müdahale etmeye çalıştığı çok açıktır. Ancak; tüm bu saldırılara rağmen, mekânın şekillenmesinde ve yeniden üretilmesinde başat aktör olan kadınlar, dil ve kültür taşıyıcısı olma rolleriyle mekân üzerindeki tahakkümü halkın hafızası ile yeniden dönüştürmekten, mekânı yeniden oluşturmaktan vazgeçmemiş ve doğayla iç içe kolektif bir yaşamı içine alan mekânlar oluşturmaya da devam etmişlerdir. Çok iyi biliyoruz ki, kadın örgütlülüğü ve mücadelesi tahakküme galip gelecek ve mekânlar kadınlarla özgürleşecektir.

*Şehir plancısı


Etiketler : Sokağa çıkma yasakları, Mekan ve kadın, Kent ve kadın, Cinsiyetlendirilmiş mekanlar, Nusaybin, TOKİ,


...

Berivan Güneş