Kadıneki Yazı,

Kurdu mu yurdu mu; Cinsini sevmek


Rojda Yıldız-27 Ağu 2023

Birbirimizi sevmediğimiz yalan, birbirimizin kurdu olduğumuz yalan, bizleri çok daha kolay öldürebilmek, daha kolay zapt u rapt altına alabilmek, kadın mücadelesinin önünü kesip erkekliği yaşatabilmek için erkek egemenliğinin ürettiği ideolojik bir argümandır kadınların kadınlarla olan ilişkisinin kötü olduğunu yaymak

Kadınların birbirini sevmediği, görmese tanımasa bile kadınların birbirleri ile anlaşamadığı tezi yaratılış hikayesinden bile eski. Kaynanalar, görümceler, eltiler, komşunun kızı, komşunun gelini, komşunun kendisi, iş arkadaşı, yoldaşı, arkadaşı… Kurduyuz birbirimizin… Kim olduğumuzun, nasıl biri olduğumuzun, neler deneyimlediğimizin, neleri istediğimizin bir önemi yok. Önemli olan düşmanlığımız. Önemli olan her bir araya geldiğimizde başka kadınları çekiştirdiğimiz miti. Önemli olan bölünmüşlüğümüz, önemli olan erkeklerin bir araya gelmelerinin kolaylaştırılması, önemli olan kadınların üretmemesi, maddi-manevi hiçbir şey.

Zor hakikaten de bu kadar üretilmiş düşmanlıklar içinde birbirini sevmeye çalışmak. Zor kadının kadını sevmesi. Kolay olur mu hiç? Annen, kardeşin dışında küçüklükten beri öğretilen bir şey var. Kadın güvenilmezdir. Üstüne bir de “cahilliği” eklenince… Cahilin güvenilmez olması hiç çekilmezdir. Her an her dakika başına bir şey açabilir, bir bela getirebilir. Doğal düşmanlarımız var bizlerin. Diğer ailelerdeki her kadın, dışarıdaki her bir kadın. Erkeklerin mesela duyulmuş, görülmüş şey midir “kayınbabalarını, kayınçolarını, bacanaklarını” sevmemeleri? Oturup birbirlerini çekiştirdikleri… “Damat kayınbaba çekişmesi” yok mesela ama “gelin-kaynana, gelin-görümce, elti-elti”, aman düşman başına, değil mi? Nereden geliyor bu düşmanlık, normal mi bu kadar birbirimizden nefret ettiğimiz düşüncesi? Ne yani erkekler çok cins sever de biz “doğamız” gereği mi böyle kadın kadının kurdu olduk? Erkekler çok dost sever çok arkadaş, insan canlısı da biz böyle iki kişi yan yana gelince üçüncüsünü çekiştirir olduk?

Yok! Tarihin en büyük çarptırılmış hikayelerinden biri bu. Bir zamanlar birlikte üreterek bütün bir toplumu var eden, beraber gülen, beraber ağlayan, beraber üreten, birbirine öğreten, birinin başına bir şey geldi mi diğerlerinin bütün dünyayı ayağa kaldırdıkları kadınların hikayesini… Kadınların birbirine düşman ilan edilmesinin bir tarihi var. İnşa edilmiş, ilmek ilmek örülmüş bir hikayesi var. Sanıyor musunuz aldatıldığını öğrenen kadının erkeğe değil de ilk önce karşısındaki kadına tepki göstermesi bugünün duygusu? Sanıyor musunuz ki bu “normal” bir tepki? Değil… Zeus tarafından aldatıldığını öğrenince diğer tanrıçalara çıkışan Zeus’un eşi Hera’dan beri böyleyiz. Kıskanç tanrıçaların ortaya çıkarıldığı, birbirine tuzaklar kuran, hasetlikleriyle meşhur tanrıçalardan beri böyleyiz. Zaten hangi duygumuz bize ait ki? Oysa erkekler ne yapıyor? Aldatıldığını öğrendiği an önce kadına saldırıyor, kadını öldürüyor.

Lilith, tek tanrılı inançların ilki Tevrat’ta bir şeytan olarak üretildi. İnanışa göre itaat isteyen Adem’e boyun eğmedi, cennetten kovuldu ve yerine Havva yaratıldı. Adem ve Havva’dan da hepimiz, bizler… Lilith, İslam ve Hıristiyanlık inancının kutsal kitaplarında doğrudan geçmese bile bugün dünyanın her yerinde bir Lilith var. Hem de gerçekten kutsal kitaplarda yazıyormuşçasına inandırılmış bir Lilith. Peki bu yaratılış hikayesi sadece hepimizin doğumunu mu anlatıyor sadece? Hayır. Yaratılışın kökeninde koca bir kadın düşmanlığı var. Lilith karakteri sadece itaat etmeyen kadını simgelemek ve onu şeytanlaştırmak için mitleştirilmedi. Yaratılışın içerisinde erkek egemen zihniyetin kurumsallaşabilmesi için bir de kadın düşmanı bir hikâye yaratıldı. Çünkü tıpkı Hera gibi, Adem’e çok kızan Lilith de hıncını, öfkesini Havva’dan alır, Adem’den değil. Şekilden şekile girerek (bilginin sembolünden tehlikenin sembolüne dönüşen yılan en çok tasvir edildiği şekil), Havva’ya ve onun yeni doğmuş kız çocuklarına zarar vermeye başlar. Çocuklarına zarar verirsem Havva’yı en yumuşak karnından vururum diye düşünür. Boşuna mı yeni doğmuş çocukların yastıklarının altında demir iğnelerin saklanması? Ya öfkesini bin yıllardır dinmeyen Lilith’in toplumdan topluma değişen versiyonları gelir de çocuklara zarar verirse? Her toplumun kendi mitleri, hikayeleri varken bu hikayelerin belki de en evrensel olanı Lilith karakteri. Yeni doğum yapan kadınların ve çocukların korunması, evden çıkmamaları gerektiği, yanlarında bir çengelli iğne taşımaları, her an onlara zarar verecek bir dişil ruhun ortalıkta dolaşıyor olmasından kaynaklı.

Bildiğimiz kadarı ile tanrıçalık kültürünün toplumsal olarak baskın olduğu dönemlerde kadınların kadınlarla, tanrıçaların tanrıçalarla kavgalarına şahitlik etmiyoruz. Tapınaklarda birlikte kaldıkları, tanrıçanın etrafında kitlendikleri, tek başına yapılması imkânsız olan toprağın keşfi, tarımın keşfi, otların, yaşamın keşfi kolektif bir üretimin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Deneyimlerin kadından kadına aktarılması bugün hala daha Kızılbaş kültüründe yaygın olan “el verme” ile bilginin, sabrın, deneyimin bir nesilden bir nesile aktarılması kadınların köklü birlikteliklerine işaret ediyor. Fakat ne zaman ki erkek yapımı tanrıçalar tarihin sahnesine çıkıyor, üretimin, kolektif iş sürecinin değil hasetliklerin, kıskançlıkların, kötülüklerin başını alıp gittiği tanrıçalar görüyoruz. Bu süreç aynı zamanda erkek egemenliğinin inşa süreci ile paralel ilerliyor. Ne tesadüf? Erkek egemenliği kurumsallaştıkça kadınlar birbirinin düşmanı oluveriyor. Kuşkusuz bu süreçte tek tanrılı inanışların da rolü büyük. Kamusalda birlikte olan, birlikte üreten, birlikte yaşamı ören kadınların özellikle dinler aracılığı ile kapatılması, kamusal alandan elinin eteğinin çektirilmek zorunda bırakılması, eve hapsedilmesi kadınların birlikteliklerine, yaşamı beraber örme, çocuğu birlikte büyütme, deneyimlerini birbirine aktarma süreçlerine de ket vurmuştur. Kadınların dışarısı ve birbirleri ile olan bağının erkekler tarafından engellenmesi kadın muhabbetini, kadın dostluğunu her geçen gün zedelemiştir. Yan yana olamayan, birbirini göremeyen, birbirine dokunamayandan nasıl dost olacak? Bu sürecin kendisi cadı avları ile pik yapmıştır. Kadınların cadı yaftalaması ile çok ağır cezalara çarptırılması, katledilmeleri bir kadın kırımı olmanın yanı sıra kadının kadından korkmasına, ondan kaçmasına vesile olmuştur. Ölmemek için, cadı yaftası yememek için “öyle kadınlardan” uzak durmuş, her kadının cadı olabileceği “potansiyeli” göz önüne alınarak kadınlara düzenli olarak “ölmek istemiyorsan kadınlardan uzak dur” algısı pompalanmıştır. Kapıları açık, her an herkesin girebildiği güvenli evlerde oturan kadınlar, köy köy sokak sokak dolaşan cadı kadınlardan birinin evine gireceği korkusu ile kapılarını sıkı sıkı kapatmış, canından olmamak için cinsinden olmuştur.

Kapitalizm ile birlikte bu algı daha da keskinleştirilmiş, modern dünyanın her anında “kadın düşmanlığının” reklamı yapılmıştır. Reklamlar, filmler, diziler… Hangi Türk dizisini açsak birbirinin kuyusunu kazan kadınlar, “erkeğini” kaptırmamak için karşısındaki kadına etmediği kötülüğü bırakmayan kadınlar, yan yana gelir gelmez başkasını çekiştiren kadınlar. Sanki başka işleri güçleri yok! Kadın dostluğu kuran, kadınlarla kadınların iyi anlaştığı, birlikte güzel vakit geçirdiği kaç üretim televizyon ekranlarında gösteriliyor. Modern dünya kadın düşmanlığını medya üzerinden verirken, toplumsal yaşam mitolojiden, dinden, felsefeden kalma mirası ile her gün kendi içerisinde bu miti üretmeye devam ediyor.

Kadınların bu yüzyılda en çok sarıldığı sloganlardan biri olan “Yaşasın Kadın Dayanışması” tam da böylesi örgütlü bir mitin karşısına dikilen kadın mücadelesinin bir sonucudur. Birbirimizi sevmediğimiz yalan, birbirimizin kurdu olduğumuz yalan, bizleri çok daha kolay öldürebilmek, daha kolay zapt u rapt altına alabilmek, kadın mücadelesinin önünü kesip erkekliği yaşatabilmek için erkek egemenliğinin ürettiği ideolojik bir argümandır kadınların kadınlarla olan ilişkisinin kötü olduğunu yaymak. Ve üstelik bunu nasıl yapıyorlar? İdeolojik, kültürel bir sonuç olduğunu görmememiz için, doğamızda olduğunu söylüyorlar. Tıpkı pasif olduğumuzu, zayıf olduğumuzu söyledikleri gibi. “O kadın kadınları pek sevmiyor zaten.” “Neden?” “Öyle, karakteri öyle…” Bu nasıl bir karakter ki karakter özelliği “kadınları sevmemek” oluyor? Siz şöyle bir cümle duydunuz mu? “O erkek erkekleri pek sevmiyor zaten.” 30 yaşındayım, ilk cümleyi ömrümde hiç duymadıysam yüz defa duydum, ikincisini ise hiç. Bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Bizim karakterimiz kadın düşmanı değil, psikolojimiz kadın düşmanlığına yatkın değil. Lakin öyle büyütülüyor öyle eğitimler alıyor üstüne bir de modern dünyanın öylesi ideolojik argümanlarına maruz kalıyoruz ki öyle sanıyoruz. Oysa bu, kadın mücadelesini engellemek, kadınların yan yana gelmesini, birlik olmasını, erkek egemenliğine karşı durmasını engellemek için uydurulmuş tarihin en büyük yalanlarından biri. Bir yerde kadınlar örgütlüyse, birlikse orada erkekler şiddet uygulamaktan çekiniyor. Müjde Ar’ın “Şalvar Davası” filmini hatırlıyorsunuz değil mi? Başta Müjde’ye düşman olan kadınların, onunla birlik olduklarında nasıl evlilik içi tecavüzden, şiddetten korunmaya başladıklarını ve birlikte birbirlerini savunduklarını. Kadın kadının kurdudur ideolojisi bir erkek egemenliği argümanı olarak devlet, sistem tarafından her gün makro üretilirken, tek tek erkekler de bunu mikro ilişkilerde üretiyor. Evde, işte, okulda, siyasi partide… “Sen iyi bir kadınsın ama öbür kadın sanki seni kıskanıyor”, “Senin kafan çalışıyor ama o yanındaki kadının pek aklı yok”, “Sen diğer kadınlar gibi değilsin, zekisin…” Bütün bunlar kadınların birbirlerine düşman kesilmesi, kendisini diğer kadınlardan farklı görüp yalnızlaştırılması politikalarının bir sonucu. Ve maalesef ki örgütlü ortamlar dahil hayatın her alanında üretiliyor. Kadınların örgütlü mücadelesinden duyulan korku, bir araya gelmelerinin engellenmesi için sisteme elinden gelen her şeyi yaptırıyor. Yukarıda söylediğim cümlelerden, kadın kurumlarının kapatılmasına kadar büyüyen bir skala var bu konuda. Oysa şunu görmek biz kadınlar açısından çok net; birbirimizi sevmediğimiz, birlikte hareket etmediğimiz, birbirimizin iradesine güvenmediğimiz her an daha çok şiddete maruz kalıyor, daha çok eziliyoruz. Dünyanın en eski mitlerinden biri olan cinsini sevmemenin önüne geçmek kişisel bir müdahale değil, özgür-eşit bir yaşam için verilen mücadelenin en temel taşlarından biridir. Her alanda her dakika üretilen bu ideolojik argümana karşı, birbirini sevmenin, emek vererek, dokunarak, üreterek cinsini hak ettiği yere getirmenin sorumluluğu her birimizde. Çünkü biliyoruz; kurdu değil, yurduyuz birbirimizin…


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Erkeklik, Kadın Dayanışması, kadın kadının yurdudur,


...

Rojda Yıldız