Kadıneki Yazı,

Kötülük tohumları serpilirken


Kesira Demir-21 Nis 2024

Tüm bu suçların karşılığı ise, cezasızlık politikası olmaktaydı. Musa Orhan bir örnektir ancak Musa Orhan gibi binlercesinin tanığı oluyoruz bu topraklarda. Tümünün de cezasızlıkla sonuçlandığını ve hatta fail erkeklerin ödüllendirildiğini biliyoruz

Son yıllarda çokça dillendirilen ama özünün yeni yeni somut şekilde kendini gösterdiği bir gerçek ‘özel savaş politikası’…

Peki nedir bu kavram? Ve nasıl kullanılmaya başlandı? Tarihçesi aslında Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan fakat bizlerin son yıllarda derinlemesine hissettiği bir devlet politikasıdır.

Kürdistan’da her açıdan bir mekanizma oluşturulurken aslında devlet kendi nezdinde özel bir müdahalenin şart olduğuna karar vermişti. Şark Islahat Planı’ndan bu yana asimilasyonu süren ve tüm toplum olmasa bile birçok Kürt bireyi etkisi altına alan plan, bunun bir başlangıcıydı. Nitekim sonuç alıcı olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız. Özel olarak Dersim Katliamı’ndan hemen sonra başlayan “Haydi Kızlar Okula” politikası bunun en önemli örneğidir.

“Kendi dilini, kendi kültür ve kimliğini unutan veya unutmaya yüz tutmuş toplumlar yok olmaya mahkumdur” sözünü tüm dünyada yüksek perdeden duymaktayız. İşte tam bu noktada başlatılan özel savaş politikası birçok alana sızarken en önemli noktaların aslında kadınlar ve çocuklara dönük olduğu biliniyordu. Bu bağlamda bu kesimlere yönelik yeni uygulamalar başlatılacaktı. Hedeflenen temel amaç Kürt dili ve kültürünü asimile ederek Türkleşmeyi başlatmaktı. Kısmi sonuçlar alınmış olsa da yeterli değildi ve bu noktada daha birçok yöntem denenmeliydi.

Son yıllarda yaşanan birçok çarpıcı olayın sirayeti bunlarla bağlantılıdır. Yeni hedef Kürt çocuklarıydı. Yaratılmak istenen yeni tip Kürt çocuklarıydı; düşünmeden uzak, bilinç düzeyi hepten zayıflatılmış, ilgi alanları kapitalist moderniteye entegre olmuş yeni bir oluşumdu. Özellikle metropollerden Kürdistan’a taşınan uyuşturucu ve fuhuş bunların dışında görülemez. Kürt kentlerinde görülmek istenen tablo fuhuş bataklığına sürüklenmiş genç kadınlar, toplum içerisinde üretkenliği kalmayan ve tek odak noktaları uyuşturucu kullanmak olan gençler. Şu an Kürdistan’ın birçok şehrinde aleni yapılan ve devletin buna göz yumduğu bataklıklar teşhir edilmeye başlandı. Masaj salonları adı altında yürütülen fuhuş odalarından tutalım, mafya-çete yapılanması olarak görülen küçük grupların sokaklarda küçük çocuklara torbacılık yaptırmasına kadar birçok örnek sıralanabilir. Birçok farkındalık için yapılan eylem-etkinliklerde, göz yumulup sorunu dışarıda arayan toplum gerçeği çok daha net görmeye başlandı. Evet, hala iliklerimize işleyen bu virüsü nasıl temizleyeceğimizin yol yöntemlerini arayan bizler, topluma yön verenler ve STK’larla bunların formülünü arıyoruz.

Özel savaş politikasının en bilinen saç ayakları olarak asimilasyon-fuhuş ve uyuşturucunun olduğu gerçeğini cepte tutarak, önüne geçmenin öncelikle çocukların aile bireyleriyle sağlam ilişki kurmasından geçtiğini biliyoruz. Aile içinde başlayan bilinç, çocukların ve gençlerin savunmasız kalmasının önüne geçecek engelleri oluşturacak ve korunmalarını sağlayacaktır. Dil asimilasyonuna karşı da en önemli adres ailedir. Ailenin dil üzerine göstereceği hassasiyet, dışarıda ve sokakta daha sık Kürtçe konuşmaya teşvik edecektir.

Diğer bir husus yeni yapılan yerel seçimler sonrası tüm adayların dilinden düşmeyen anadilde kreş ve kurumlara ilişkin politikasının olması. Bu durumun ne kadar öncelikli ele alınması gerektiğini biliyoruz ve dileriz vaat olarak bize sunulan bu projeler hızlıca hayata geçirilir. Bataklıklara sürüklenen her çocuğun hayatının hem kendisi hem ailesi için bir ıstıraba dönüştüğünü defalarca gördük. Bunlar için daha fazla çalışmak ve yine kurum ve kuruluşlarla ortaklaşarak soruna inmek, dahası çözmek zorundayız. Çünkü topluma yön verecek bu çocuklar sağlıklı olmazsa toplum da çürümeye doğru gidecektir. Tüm saha çalışmalarımda bir gazeteci olarak duyduğum temel talep çocukların ve gençlerin kendilerini açabileceği, yeteneklerini keşfedip odaklarını bu aktivitelere vermek istedikleriydi. Yine yerel yönetimlere çok fazla pay düşmekte. Yeni oluşturulacak kültür-sanat merkezleri ve sağlık kuruluşlarıyla hem rehabilite alanı yaratmak hem de çocukların ufkunu geliştirebilmelerini sağlamak önemli bir noktada yerini almaktadır. Kent yöneticilerine bu noktada çokça sorumluluk yüklüyoruz.

Bir diğer önemli nokta ise bir kadın olarak derinden etkilendiğim fuhuş politikasıdır. Tüm yaşamları süresince kadının toplumdaki yeri ve önemini bilmiş. Hatta bu konuda rüştünü kanıtlamış halklardandır Kürtler… O nedenledir en çok bedenine saldırılması. Her insanın kafasında dönen Musa Orhan ismi tam da fuhuşta özel savaşın kendisidir.

Musa Orhan, işlediği suçun yanına kar kalacağını bilmenin bilinciyle İpek Er’e tecavüz etti ve intihara sürükledi. Çünkü ‘devlet baba’ ona asla bir ceza vermeyecekti. Çünkü yapması gereken görevlerinin arasında Kürt çocuklarının-kadınlarının bataklıklarda yok olması ya da yok oluşa sürüklenmesini izlemek olacaktı. Birileri sırtı sıvazlandığı için rahat yatağında yatarken anaların göz yaşları hiç dinmeyecekti. Kayyum süreçlerinde ilk hedefin kadın kazanımlarına dönük olması bu politikanın en bariz örneğiydi.

Tüm bu suçların karşılığı ise, cezasızlık politikası olmaktaydı. Musa Orhan bir örnektir ancak Musa Orhan gibi binlercesinin tanığı oluyoruz bu topraklarda. Tümünün de cezasızlıkla sonuçlandığını ve hatta fail erkeklerin ödüllendirildiğini biliyoruz.

Zırhlı araç katliamları da bu politikaların bir parçasıdır. Onlarca Kürt çocuğu zırhlı araç çarpması sonucu yaşamını yitirdi ancak buna dönük hiçbir cezai işleme henüz tanıklık edemedik. Bu davalar ya sürüncemede bırakılıyor ya da cezasızlıkla sonuçlandırılıyor. Bu da Kürt halkından öç almanın devlet aklı olarak karşımıza çıkıyor. Şehir merkezlerinde kullanılmaması gereken zırhlı araçların, sivil araçlar gibi her sokaktan, caddeden günde 5-10 kere geçtiğine şahit oluyoruz. Bugüne kadar birçok katliama da ortak oldular. Hak ihlalleri raporlarına göre zırhlı araç çarpması sonucu; son 10 yılda 16'sı çocuk ve 6'sı kadın olmak üzere 36 sivil yaşamını yitirirken, 85 kişi de yaralandı. Tüm bunların görüntü ve kayıtlarına rağmen devletin mekanizması kendi adaletini de çiğneyerek ödül gibi takipsizlikler verdi. Yetmedi; aradan geçen yıllarda birçok ölen çocuk ve kişilerin ailelerine asli kusurlu davaları açılarak halk nezdinde aileler cezalandırıldı.

Kürt çocuklarının bitmeyen kabuslarına her geçen gün travmaların yenisi eklenirken artık neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Yaşananların bilincine vardıysak tüm toplum olarak kolları sıvayıp, çocuklarımızı bu kötülüklerden uzak tutmanın yollarını bulup harekete geçmeliyiz. Buna dair umutlar dipdiri iken, çocuklarımızın ileriye taşıyacağı miras olan kültürünü ve dilini sahiplenerek, kendine dert ederek büyüyeceği günlerin inşasını oluşturmak zorundayız. Kız çocuklarımızın karşı karşıya kaldığı kötülükle nasıl mücadele etmeleri gerektiğinin seminerlerini- platformlarını oluşturmak zorundayız. Çünkü “bu kadarı da olmaz” diye düşündüğümüz sistemin her şekilde etkilerini onlar yaşamakta. Siyasetçisinden, eğitmenine, psikoloğundan, gazetecisine kadar hepimizin sorumluluğudur. Listelere yeni yeni isimler eklenmeden, harekete geçmek zorundayız.


Etiketler : Çocuk istismarı, Savaş, Özel savaş politikaları, Çocuk hakları, Çocuk hakları sözleşmesi, Kürt çocuklar,


...

Kesira Demir