Kadıneki Yazı,

Kapatılamayan kadınlar


Ruşen Seydaoğlu-21 Oca 2024

Tahakküm odaklarının, hapishanelerin korkutucu, gerekirse inandıklarımızdan taviz vererek kaçınmamız gereken mekânlar olduğuna dair öğretisi karşısında; özgürlük ve eşitlik için mücadele yürütenlerin, kadınların direnerek, bulundukları her yerden -hapishaneler dahil- sistemli bir yaşam çıkardıkları deneyimler, kanlı canlı duruyordu

Farklı coğrafyalardan ve mücadelelerden onlarca kadının, heybelerinde deneyimleri, inançları ve iddialarıyla katıldıkları bir konferanstan henüz çıktık. İşkencenin ağırlığı, tanıklıklar, mücadele etmekten vazgeçmemenin ışıltısı… Özgür Kadın Hareketinin “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpuslar Etrafındaki Duvarları Yıkmak” konferansı 13-14 Ocak’ta, Amed’de tüm bu duyguların ve tartışmaların toplamıyla gerçekleştirildi.

Katılımcılar olarak konferansın uzun ve meşakkatli bir arka planı olduğundan haberdardık. Aysel için başlatılan kampanyanın Aysel’in serbest bırakılmasından sonra cezaevindeki kadın hasta tutsakların tamamını gündemine alan bir çalışmaya evirilmesi; Mahpusta Kadın Olmak çalıştayının gerçekleştirilmesi, çalıştayın kitaplaştırılması ve gelinen aşamada dünya deneyimlerinin peşine düşerek kadın diplomasisinin örülmesi, konferansa varan bu yolculuğun haberdar olduğumuz aşamalarından bazılarıydı. İnce ince örülen tüm süreçler ve verilen emek; zengin duygu ortaklıkları ve derin düşünsel tartışmalar olarak oturumlarda, aralarda, atölyelerde ve forumda yansımalarını buldu.

İlk gün kapatılmanın ne anlama geldiği, nasıl kapatıldığımız, neden kapatıldığımız gibi sorgulamalar ve kadınların özgürlük eksenli yanıtlarıyla doluydu. 70’lerden bugüne kadar içerideki ve dışarıdaki uygulamaların dayandığı ortak zihniyet diğer taraftan bu rejimin dışarıdan hapishanelere, hapishanelerden dışarıya doğru sürekli cinsiyetçiliği, ırkçılığı ve sömürgeciliği taşıması, deneyimler dile getirildikçe daha anlaşılır oldu. Rejim için hapishanelerin binlerce araçtan biri olduğunu ama dışarının sanıldığı kadar dışarda kalmadığını da gösterdi.

İnsanlık dışı pratikleri, işkenceleri ve diğer tüm ayrımcılık biçimleriyle duvarların içinde tutulmak elbette özgün deneyimlerdi. Bunu dışarıda olup bitenlerle aynılaştıramazdık. Ama dışarıdaki kadınların da zihinlerinin, bedenlerinin kapatıldığından, özgürlük ve eşitlik taleplerinin, itirazlarının engellendiğinden bağımsız da göremezdik. Erkek egemen ve kapitalist sistemin neferleri aynıydı. Bunu görerek tartışmak, bütünlüklü bir mücadeleye nasıl da ihtiyacımız olduğunu hatırlattı.

İşkence; kaba dayak, tecavüz, elektrik verilmesi, askıya asma pratikleri kadar neyi ne kadar yiyebileceğini, hangi renkleri giyebileceğini, telefon görüşlerinin, mektupların, kimliğin, sağlık bilgilerinin sürekli kayıt altında tutulmasını da kapsıyordu. Temel haklarına erişememeyi de. Aslında devletler, gözetleme-denetleme-ıslah etme politikalarının en sert sürdürüldüğü ve denetimsiz olduğu bu mekânlarda sistemlerini işkence yöntemleriyle ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Doğrudan ya da dolaylı.

Karşımızda ise Filistin, İran, Irak, Bask ve Türkiye hapishane deneyimlerini paylaşanlar, kimisi ayların kimisi 30 yıllık hikayelerin anlatıcıları, tanıkları ama mücadele etmekten vazgeçmeyenleri olarak tecrit rejimini kırmış olanlar vardı. Tahakküm odaklarının, hapishanelerin korkutucu, gerekirse inandıklarımızdan taviz vererek kaçınmamız gereken mekânlar olduğuna dair öğretisi karşısında; özgürlük ve eşitlik için mücadele yürütenlerin, kadınların direnerek, bulundukları her yerden -hapishaneler dahil- sistemli bir yaşam çıkardıkları deneyimler, kanlı canlı duruyordu. Katılımcılardan biri, işkencede yoldaşlarının ismini vermesini, yerlerini söylemesini istediklerinden bahsetti. İstediklerini yapsaydım belki bırakırlardı ama asla onurumu geri alamazdım, diye devam etti.  İlk kez duymuyorduk bu hikâyeyi ve işkencenin onurla ilişkisini. Hapishanelerdeki işkencelere karşı direnmek, elbette insan onurundandı.

Fakat içerideki ve dışarıdaki kadınların onurunun koruması, konferans kadın öncülüğünde gerçekleşmiş ve gündemleşmiş olsa da herkesin sorumluluğundaydı. İnsan hakları hareketleri, ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten hareketler, sosyalist hareketler, herkes işte… Kapatma rejimi, işkence, bunların kadının varoluşu üzerindeki etkilerine karşı direnmek zorundaydı. Hukuk örneğin; erkek egemenliğinin, hiyerarşik gücün tekelinden çıkartılıp toplumsal değerlerle örgütlendirilmedikçe kapatma rejimini tek başına bozuma uğratamazdı. Filipin, Katalan, Latin Amerika ve Türkiye’deki deneyimlerin anlatıldığı 3. oturum da gösterdi ki ihlalleri tespit etmek, pozitif hukuk kapsamında hak arama yollarına başvurularda bulunmak özgürlükçü hukukçuların hemen her coğrafyada canhıraş sürdürdüğü mücadele biçimleriydi ama mücadeleler sisteme kavuşmadığından, bütünlüklü yürütülmediğinden işkenceyle yeniden yeniden karşılaşıyorduk.

Kapatma fikrinin tahakküm odakları tarafından sürekli üretildiği, normalleştirildiği ve işkence karşısında toplumun duyarsızlaştırılmaya başladığı gerçeklikle karşı karşıyaydık. Ana akım ve popüler medya, sanat, siyaset ve hukuk alanları hapishane gerçeğini görünmezleştiriyordu. Halbuki hapishanelerin inşası da mahpusluk da baştan aşağı politik sebeplerdendi. İnsanlar, bilhassa kadınlar düşündükleri, politika ürettikleri ve bunlara denk mücadeleler yürüttükleri için hapsediliyorlardı, hapishaneler bu insanları, kadınları “ıslah etmek” için vardı.  Ve politik olan topluma duyurulmalıydı.

Konferansın 2. gününde yürütülen hukuk, sanat, siyaset ve medya atölyelerinde; bu alanların rejim tarafından nasıl inşa edildiğini, çıkmazlarını ve karşı mücadele edenler olarak hapishanelerdeki direnişlerin etkili politikalarla bu alanlarda nasıl işlenebileceği konuşuldu. Böylelikle ilk günün tartışmaları, ikinci günün atölyelerinde boyutlandırıldı ve çözüme dair öneriler, kolektif ve sonuç alıcı eylemler ancak istikrarlı birlikteliklerle hayata geçirilebilir dendi.

Konferans bileşenlerinin çok büyük bir kısmı hapishanedeki kadınların yaşadıklarına karşı, işkence ve kötü muameleye karşı, kadın onurunun yok sayılmasına karşı mücadeleyi bir kadın ağı kapsamında sürdürme motivasyonuyla konferanstan ayrıldı. Sadece konferansa katılanlardan ibaret bir ağ değil, bu saldırılara karşı mücadele eden başka hareketlerin, grupların, platformların ya da kişilerin zamanla dahil olabileceği “açık” bir ağ. Dahil olanların kendi yerellerinde hem kadın mücadelesini hem de hapishanelerdeki uygulamalara karşı mücadeleyi geliştirecekleri bir ağ.

Kürt kadın hareketi açısından yürüttüğü mücadelede kadınların, halkların, çocukların, engellilerin, inanç gruplarının yani bütün ötekileştirilenlerin yaşadığı sistematik saldırıları hep bir bütünlük içinde ele aldığı düşünüldüğünde; böylesi bir ağ içinde olmak çok büyük bir adım demekti. Çünkü pratik mücadelesi yani eylemleri kadar mekanizmaları ve akademiyası da bu bütünlüklü ve tarihsel yaklaşıma dayanıyordu. Farklı coğrafyaların özgünlüklerini görmeyi ve aynı zamanda erkek egemenliğine dayalı dünya sistemini değiştirmeyi hedeflemesi de bundandı. Dünyanın neresinde, hangi mücadele yürütülürse yürütülsün kadınların özgün ve özerk yer almadığı herhangi bir direniş dönüşümü sağlayamaz demesi de bundandı.

Böylelikle kadınlar konferansta aslında birbirlerine yazılı olmayan bir söz vermiş oldular. Hapishaneler yıkılmalıydı ve bunu kadınlar yapacaktı.


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Kürt kadın mücadelesi, Kürt kadınlara yönelik baskılar, Kürt kadınlar, Uluslararası kadın mücadelesi, Uluslararası kadın dayanışması, Uluslararası kadın konferansı,


...

Ruşen Seydaoğlu