Kadıneki Yazı,

Kadın üniversiteleri istemiyoruz!


Dilan Geyik-01 Ara 2021

Biz ise kadına dayalı araştırma yöntemini esas alıyoruz. Kadınların toplum dışı bırakılmadığı, cins bilinci ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı kadına dayalı araştırma yöntemini esas alan, demokratik özgür üniversiteler istiyoruz

Sistem kendisini örgütlerken varlığını sürdürmenin ötesinde giderek toplumu hafızasızlaştıran yeni düzenlemelere ihtiyaç duyuyor. Bu düzenlemelerle toplumsal cinsiyet rolleri tekrar tekrar yaratılıyor.

Yazılı tarihle birlikte kadın ve erkeği iki ayrı uç olarak betimleme ve aradaki uçurumu derinleştirme üzerine çok fazla yaratım, söylem ve hikâyeler vardır. Bunlarla zihne yerleşen cinsiyet rolleri daha da belirginleşmiştir. Öyleyse tarihi Sümer’le başlatan ve bu yazılı tarihin kayda geçilmesi durumu ve kimlerin kayda geçtiği konusu zihniyet ve düşüncelerimizin şekillenmesinde can alıcı önem taşıyor. Oluşturulan yeni hafızada doğal toplumda olduğu gibi yine kadın etrafında gelişen bir sistem söz konusudur fakat bu tam olarak kadının alaşağı edildiği bir tarih anlatısıdır.

Öz savunmada oluşturulması gereken zihniyet biçimlenmesindeki olumsuz yönler günümüz paradigmasının etkilerinden bağımsız ele alınamaz. Kadın bu zihniyet şekillenmelerinde ne Platon’un ‘Devlet’ inde -yani kamusal alanda- geçer ne de benzerlik ilkesiyle sadece erkeklerin birbiriyle yaşadıkları cinsellikten haz alabileceği noktaya -özel alanda- erişebilir. Varlığı, toplumsal faaliyetlere katılım boyutu, cinselliği kısacası kişiyi insan olarak tanımlayan her türden özelliği tümden yok edilmiştir. Bir ruh taşıyıp taşımadığı sorgulanmıştır. Tüm bu tartışmalar, anlatılar, söylenceler, mitolojik öyküler bir zihniyet yaratımı ve yeni bir yaşam paradigmasını şekillendirmiştir. Mitolojik hikâyelerde de bu toplum bütünlüğünün nasıl bozulduğuna dair ipuçları görürüz. Örneğin Yunan mitolojisinde androjin insan yaratımı vardır. Yani yarı kadın yarı erkek olan bir varlık. Ve bu insan o kadar güçlü, yetenekli ve zekidir ki tanrıları korkutur.

Hikâyeye göre, Zeus onlardan korktuğu için ikiye bölerek cezalandırır. Kadın ve erkek birbirlerinden ayrı kalsınlar ve tekrar bir olamasınlar diye dünyanın iki ayrı ucuna atılırlar. Amaçları tekrar bir bütün haline gelmek olan androjinler birbirlerini arar dururlar. Ama tanrılar birbirlerini bulmalarına izin vermezler. Burada dikkat çekeceğimiz nokta Zeus’un onları neden ikiye bölerek ayırdığıdır.

Tanrıları iktidar olarak yorumlarsak, kadın ve erkeğin bir bütün olarak güçlü insanı, beraberinde de güçlü toplumu ifade ettiğini hemen anlarız. İktidarlar karşılarında güçlü, yaratıcı, örgütlü toplum istemezler. Buna karşılık olarak biz de diyoruz ki kadın üniversiteleriyle yaratılmak istenen itaatkar, makul kadın yaratımıyla aslında itaatkar toplum, içine sinmiş bir toplum yaratılmak istenmekte. Bu yüzden kadın üniversitelerine ya da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tekrar tekrar yaratıldığı, üretildiği mekanlara ihtiyaç yoktur. Aksine erkekliğin, eril zihniyetle beslenen ideolojilerin kendisini eğitmeye ihtiyacı vardır.

Varsayalım ki sistem bu politikayı çocuklar için, kadınlar için, LGBTİ+'lar için yani kendisi tarafından daha ‘‘kırılgan’’ gördüğü kesimler için ‘‘korunaklı alan’’ güzellemesiyle bir alan yaratımına gitmiş olsun. Neden ortak yaşamı kurmak yerine onlara, bizlere ‘‘korunaklı alanlar’’ yaratma çabasına giriyor? Toplumun kendisi zaten tüm farklılıkları ile birlikte yaşanılabilir bir hale gelse böyle bir alanı yaratmaya ihtiyaç olduğunun iddiasında bulunamazlar.

Bizler kendilerini kadın üniversitelerinde, pembe otobüslerde ve taksilerde güvenli hissedeceğimizi düşünmek yerine ortak yaşamın sağlanamama problemini gören bir yerdeyiz. Çünkü korunaklı demek bir yandan da etnik, mezhepsel, cinsel yönelimleri farklı olan kesimlerin güvenli bir yaşam ortamının olmadığının kanıtıdır, ilanıdır. Bundan kaynaklı korunaklı alanı yaratma çabasına girdiğini ifşa eder. Pembe otobüsler, pembe taksiler, kadın üniversiteleri ve daha nicesi ‘‘toplumda güvenli yaşayamıyorum’’un ilanıdır. Bu güvensizliğin daha doğrusu korunmanın ihtiyaç olduğu algısının ortadan kaldırılması gerekiyor. Tüm bunlar dışında fark edilmesi gereken en önemli şeylerden biri tecrit alanları yaratılıyor olmasıdır. Kadını toplum dışına hapseden uygulamaların tümü tecrittir. Ve günümüzde yaşamın her alanına sirayet etmiştir. Yani mesele bir korunaklı alan yaratmakla birlikte kadını ezilen kesimi toplumun dışına bırakmak ve bu alanda neler öğretileceğidir.

Eğitimin içeriği ve dayandığı paradigmayla birlikte kadını ezilen kesimi toplumun dışına bırakmak ve bu alanda neler sunacağı meselesidir. Bu sebeple bu gibi alanlarda sunulacak bilgi yapılanmasında kadının yerinin ne olduğunu kadına nasıl yer verildiğini de biliyoruz. Zaten bunların yüzlercesi mevcut sistemde ilkokullarıyla, Kürdistan’da oluşturmaya çalıştığı evlilik okullarıyla ya da bizzat üniversitelerindeki derslerde akademilerde hayat bulmuştur. Hakim gelen tarih anlatısına baktığımızda, felsefeye, sosyolojiye, arkeolojiye hepsi sistem için yorumlanmıştır ve aslında bir ideolojiyi barındırır. Ve bu anlatılarda kadının yeri soy sürdürme aracı olmaktan öte değildir.

Biz ise kadına dayalı araştırma yöntemini esas alıyoruz. Kadınların toplum dışı bırakılmadığı, cins bilinci ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı kadına dayalı araştırma yöntemini esas alan, demokratik özgür üniversiteler istiyoruz. Jineolojinin diğer bilgi yapılanmalarından ayrıldığı en keskin çizgi olarak kadın üzerinde yapılmış tüm tanımlamalara ulaşıp bunları incelemesi ifşa etmesi ve kendi varlık tanımını kendi yapıyor olmasıdır. Bu açıdan kadınların yan yana geliyor ve yeni bir sosyal bilim alanı yaratıyor olması tüm bilgi yapılanmalarına karşı kadının ördüğü bir savunmadır.  Yani kadınların bir araya gelerek var olan tarih anlatısına sosyal bilimlere eleştirel bakarak tarihsizleştirilmesi üzerine bir araştırma yapabileceği ortamlar oluşturulmalıdır. Biz başından beri Jineolojiyle birlikte içi boşaltılmış kavramları kendi ait olduğu tanımlara ulaştırmaya çalışırken en çok da kadın nedir ve oluşturulacak zihniyet biçiminde rolü ne olmalıdır konusunda tartıştık. Kadının ne olduğu esasen toplumun ne olduğuyla ilgiliyse burada öz savunmasını örecek kadın aslında sisteme karşı da bir öz savunma geliştiriyor ve öz savunmayla şiddetin iç içe ele alınıyor oluşuna biraz karşı koyuyor. Jineoloji kadınların hem kadın ve toplum bilimi araştırmasını geliştirdiği hem de öz savunmasını zihniyet yapılanmalarıyla ördüğü bir alan olmaya başlıyor. Kadınların taşta saklı tarihi aramasına ve öz savunmasını düşünsel anlamda geliştirmesi yönünde ön açıyor.


Etiketler : Kadın Üniversitesi, jineoloji, Jineolojii Üniversitesi,


...

Dilan Geyik