Kadıneki Yazı,

“Hak ettiğiniz statü” söylemlerinden yok saymaya: AKP’nin kadın düşmanı politikaları


Semiha Şahin-15 Nis 2022

20 yıllık süreçte AKP'nin ne demokratlığı ne yenilikçiliği kaldı... Kadınlar ise bırakalım "hak ettiği statüsüne kavuşma"yı, Emine Bulut örneğinde olduğu gibi "ölmek istemiyorum" çığlıklarıyla son nefeslerini verir hale geldi

AKP iktidara geldiği ilk günden beri ayrımcılığın, eşitsizliğin, talanın hukukunu oluşturmakla kalmadı, adeta “tarihini” yeniden yazdı. Son örnek ise Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda (KEFEK) alelacele görüşülerek Adalet Komisyonu'ndan geçirilen ve önümüzdeki günlerde Meclis'e sunulacak olan yeni torba yasa oldu.

Yine göstermelik bir yasa değişikliğiyle kendilerinin bizzat ortağı oldukları erkek şiddetinin önleneceği bekleniyor. Şiddetin boyutunun geldiği düzey düşünüldüğünde üç-beş maddede yapılacak kelime ekleme veya çıkarmalarla hiçbir çözüm olamayacağına kendileri de inanıyor olmalılar ki "devlet güvencesi" var deniliyor.

TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Araştırılması Komisyonu Başkanı AKP Malatya Milletvekili Öznur Çalık bir röportajında, "Kesinlikle bütün kadınlarımız emin olsun. 'Güven' kelimesi çok önemli bir kelime. Kadınlarımızın en büyük güvencesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir, tüm vatandaşlarımızın olduğu gibi. Ve kadınlar özeline baktığımızda en çok şiddete maruz kalanlar olarak yasalarımız kadınları çok net bir şekilde koruyacak vaziyette" sözleriyle yemin billah ediyor.

Katledilen kadınların isimleri istatistiklerin verisine eklenirken, erkek egemen düzenin devamını savunanlar, kadınların devlete güvenmesini bekliyor. Onlar ne kadar yemin billah etseler de AKP’nin 20 yıllık tarihinin küçük bir özeti, adım adım gasp edilen hakları ve hayatları gözler önüne seriyor.

Kadınlara statü vaadi

"Milli Görüş" gömleğini çıkararak burjuva siyaset arenasında boy gösteren AKP, geldiği siyasi gelenekten farklı olarak kadının toplumsal konumunda düzenlemeler yapacağını ileri sürerek girdiği ilk seçimde yüksek bir oy oranıyla iktidara geldi. Programında “kadının kamusal yaşama katılımının özendirilmesi için gerekli tüm önlemler alınacağı”, “kadınların partiye üye olmalarının ve siyasette faal rol oynamalarının özendirileceği”, “kadının kamusal yaşama katılımının teşviki” söylemlerine yer verdi. 2002 Seçim Beyannamesi'nde "Kadınlarımız hayatın yükünü erkeklerle birlikte paylaşmalarına rağmen, hak ettikleri statüye kavuşamamışlardır. Kadınlarımızın, erkeklerle birlikte toplumsal sorumluluğu yüklenecek statüye kavuşturulması temel hedefimiz olacaktır" vaadinde bulundu. 28 Şubat'ın özellikle dindar kesim üzerinde yarattığı travmayı siyasi ranta çevirme işini de gayet başarıyla yerine getirdi.

Adım adım yok edilen hayatlara

"Demokrat, muhafazakâr, yenilikçi ve çağdaş bir parti" propagandasıyla girdiği ilk seçimde yüzde 34,9 oy oranıyla AKP, 20 yıllık iktidarını sürdürüyor. Ancak, aradan geçen 20 yıllık süreçte AKP'nin ne demokratlığı ne yenilikçiliği ne de çağdaşlığı kaldı. "Muhafazakarlık" ise yerini hızla din rantına bıraktı. Kadınlar ise erkek egemen sistemin uygulamalarıyla bırakalım "hak ettiği statüsüne kavuşma"yı, Emine Bulut örneğinde olduğu gibi "ölmek istemiyorum" çığlıklarıyla son nefeslerini verir hale geldi.

Söylemleriyle uygulamaları arasındaki açı farkı her geçen yıllarda arttı. “Statü kazanacak” kadınları “makbul kadın” tanımıyla ayrıştırmaya başladı. AKP, çeşitli propaganda ve özendirici yöntemlerle kadınları AKP siyasetine eklemlerken, toplumda veya siyasi mücadele içinde erkek egemenliğine veya AKP politikalarına biat etmeyen kadınlar, ötekileştirilmenin, eşitsizliğin ve ayrımcılığın hedefine oturtuldu.

"İstanbul Sözleşmesi" adıyla anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 24 Kasım 2011'de Türkiye tarafından kabul edilirken, kadının adı ise yavaş yavaş silinmeye başladı.

Kadına yönelik politikalardaki değişiklik parti materyallerine de yansımaya başladı. "Kadın sorunları" yerine “güçlü insan, güçlü aile, güçlü toplum” anlayışı yer aldı. 12 Haziran 2011'deki seçimlerin ardından AKP hükümeti, 29 Haziran'da yayımladığı kararnameyle Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın ismini değiştirdi. Kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın temel görevi, artan boşanmalarla aileye "kutsallık" atfetmek, anneliği yüceltmek, kadınları çok çocuk yapmaya özendirmek oldu.

O dönemlerde AKP Genel Başkanı ve Başbakan olan Erdoğan, "devlet baba" olarak her daim görev başındaydı. Roboski katliamı sonrasında olduğu gibi "her kürtaj bir Roboski" dedi. "Kadınlarla erkeklerin fıtratı aynı değildir", artan erkek şiddeti için "abartıdan başka bir şey değildir" söylemleriyle kadına yönelik nefreti ve ayrıştırmayı derinleştirdi.

'Makbul kadın'

Erdoğan bunları söylerken kadınlar "makbul"lükten, "maktul" olmaya doğru yol alıyordu. Erkek şiddetiyle katledilen kadınların sayıları her geçen gün artarken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri, Adalet Bakanlıklarının yanına Diyanet İşleri Başkanlığı'nı da alarak protokoller imzalıyor. Ancak ne hikmetse şiddet bir türlü durmuyordu.

Duramazdı da. Ekonomi, toplumsal ve siyasetteki tüm uygulamalar kadına yönelik şiddeti körüklüyordu. Kadın hareketi, feministler, LGBTİ+'lar varken "Aile bekası", Kürtler, devrimciler, sosyalistler varken "Devlet bekası" tehdit altındaydı onlara göre.

2014'te hazırlanan "Çöktürme Planı"yla ezilen halklara, kadınlara, cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliklerine topyekûn savaş ilan edildi. Kürt kentleri havadan bombalanırken batıda ise meydanlarda IŞİD bombaları patlatıyordu. İşkenceler sokaklara taşarken, sosyal medya paylaşımları "terör" soruşturmalarına konu edilerek tutuklamalara gerekçe yapılıyordu.

11 Eylül 2016'da 95 DBP'li belediyeye, 19 Ağustos 2019 tarihinde ise HDP'li 48 belediyeye kayyum gaspıyla el konulduğunda ilk hedefin kadın kurumları ve belediyelerdeki kadın merkezlerinin olması da tesadüf değildi. Kürt kadın hareketinin bu topraklara kazandırdığı eşbaşkanlık sistemi doğrudan hedef alındı, eşbaşkanlık "örgüt üyeliği"ne gerekçe yapılarak onlarca eşbaşkan ve kadın hareketi aktivisti tutuklandı. Kayyum rejimi ise kadın merkezlerine hangi erkek bürokratın atanacağı yarışına girerken, birçok kadın, erkek şiddetiyle mücadele tek başına kaldı.

'Yeni' değil yama 

Tüm bunlar 20 yıllık tarihin çok küçük bir özeti. Bizzat erkek egemen faşist iktidarın 20 yıldır manipülasyonla, ayrımcılıkla, cezasızlık politikalarıyla, LGBTİ+'lara yönelik nefret söylemiyle körüklenen cinsiyetçi ve ayrımcı politikaları bir gece vakti İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesiyle bir üst noktaya taşındı. İstanbul Sözleşmesi kendi başına elbette ki toplumsal, siyasal ve ekonomik alandaki tüm cinsiyetçi ayrımcılığı ve eşitsizliği ortadan kaldıramazdı. Sözleşme esasında erkek şiddetini önlemeyi, cinsel suça maruz kalan kadın, LGBTİ+ ve çocukları şiddet öncesinden ve sonrasında koruyacak kimi düzenlemelerden, bunu sağlayacak kimi mekanizmaların kurulmasından imza atan devletleri yükümlü kılıyordu.

20 yıllık Erdoğan iktidarında erkek şiddetinin devletin tüm mekanizmalarınca kışkırtıldığı, korunduğu açık ortayken "kadük kaldı", "aile yapımıza uygun değil" şeklinde gerekçelendirmeyi tercih ettiler. "Daha iyisini yapacağız" diyerek bir yıldır bağımsız kadın kurumları başta olmak üzere bu alanda özgün çalışma yürüten hiçbir kuruma sormadan değişiklik önerilerini sundular.

Erkek egemen yargının verdiği, erkek şiddeti karşısında cezasızlık anlamına gelen kararlar ortadayken "takdir indirim"i düzenleyen yasada yapılan değişiklikle faillere “pişmanlık” yolu öneriliyor, "pişmanım" diyen fail erkeler “bahane üretmekten” kurtarılıyor.

TCK’nın 123. maddesinde “ısrarlı takip”le ilgili “şikayete bağlı olma” şartıyla “bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile” verilecek ceza 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası olarak belirtilirken, suçun çocuğa ve ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi durumunda 1 yıldan 3 yıla çıkarılması düzenlenmesi yapılıyor. Fail erkeklere verilecek cezada yine kadınlar arasında bir ayrımcılık yapılıyor. “Kutsal aile” bağı dışında kalan kadınlarla ayrılma aşamasında da olsa “eş” normu taşıyan kadınlara göre ceza belirleniyor. “Ciddi huzursuzluk” gibi kişiye özel bir durumu, erkek egemen yargıda “somut delil” kabul edilmesini beklemek tam bir hayal.

Yine bir yanıltma ve kandırmacadan ibaret olan bu düzenleme, AKP-MHP oylarıyla Meclis’te kabul edilecektir. Erkek egemen zihniyetin yasası da, yaması da böyle olur.

İşin özü, yeni yeni diye lanse ettikleri düzenlemede aynı zihniyet devam ediyor. Düzenlemeyle birlikte erkekler, akıllara durgunluk veren bahaneler üretmekten kurtulacak, “pişmanım” demesiyle uyguladıkları şiddetin hesabını hiçbir şekilde ödemeyecektir. Kadınların huzuruna, can güvenliğine tehdide ise “ciddi”lik şartı getirilecek. Kadınlara “huzur”u da çok görenlerin de “huzurlu” olmayacağını kadın özgürlük mücadelesi gösterdi, göstermeye devam edecek.

*HDP Kadın Koordinasyonu Üyesi Semiha Şahin


Etiketler : AKP, AKP kadın politikaları, AKP iktidarı cinsiyetçilik,


...

Semiha Şahin