Kadıneki Çeviri,

Gerçek bir feminist dış politikaya doğru


Jessica Abrahams-15 Eyl 2021

Kabil'de terkedilmiş bir güzellik salonunda, şehrin Ağustos ayında Taliban'ın eline geçmesinden sonra bir kadının görüntüsü. Wakil Kohsar/AFP

Bu noktada 20 yıl önce Afganistan’da neyin yanlış gittiği konusunda bir ipucuna sahip olabiliriz. Yanlış olan şey feminist dış politika mıydı? Eğer bu savaş Afgan kadınların talepleriyle başlamadıysa ve onlara danışılmadıysa cevap kesinlikle hayır 

20 yıl önce ABD, 11 Eylül saldırısından kısa bir süre sonra Afganistan’ı işgal etti. Bu bir intikam savaşına benziyordu. ABD güçleri ölümcül bombaları Afganistan’a bırakmadan önce "New York Polis Departmanı’ndan sevgiler" yazardı. Ancak Bush başkanlığı, Yeni İşçi Partisi’nden siyasetçiler ve Britanyalı haber yorumcularının büyük bir kısmı başka bir gerekçeyi de benimsedi: Afgan kadınların kurtuluşu.
 
İlk olarak Laura Bush’ın dillendirdiği gibi, "terörle savaş aynı zamanda Afgan kadınların haklarını ve onurunu korumak için yürütülen bir savaştı." 
 
Olay açıktı. Daha sonraları savaş konusunda öncü liberal bir ses olacak olan The Guardian Gazetesi'nin çalışanı Polly Toynbee durumu özetlemişti: Taliban kadınlara okulu, çalışmayı yasaklayarak ve onları eve hapsederek ülkeyi yönetiyordu. Batı’da çok kişinin gördüğünü yazmıştı: Burka işgalin savaş bayrağıydı. Toynbee, Taliban yenildikten bir sene sonra başkent Kabil’i ziyaret etti. Batının vaatleri konusunda başarısız olduğu kaygılarıyla ülkeye giden Toynbee, okula dönen kızların saf coşkusundan ve dışarı çıkmaya yeni yeni cesaret edebilen kadınların görüntülerinden cesaret almıştı. Taliban'ın devrilmesinden kadınların fayda sağladığına şüphe yoktu.

Ancak kırsal bölgelerdeki Afgan kadınlar için neredeyse hiçbir şey değişmemişti: sonu gelmez savaşın onları güvensiz ve yalnız (dul) bırakması dışında. (Bugün dünyanın en yüksel dul oranlarından birinin Afganistan’da olduğuna inanılıyor.) 

Bu uluslararası savaş nihayet sonuçlandığında kadın hakları terk edildi, ABD tarafından Taliban’la imzalanan anlaşmaya dahil edilmedi. Kadın temsilciler geçen yıl gerçekleşen Afgan hükümeti ve Taliban arasındaki müzakerelerde nadiren göründüler. Bu yaz militan gruplar ülkeyi kasıp kavururken kadınlar, kazanımlarının tersine döndüğünü, cinsiyetçi şiddetin yayıldığını bildirdiler. Ağustos’ta şehirler Taliban’ın eline geçerken, ülkedeki feminist ilerlemenin nihai sembollerinden kadın yargıçlar, sivil toplum liderleri ve politikacılar kendilerini öldürebilecek bir güçten kaçtılar.

Toynbee içtenlikle ‘kadınları kurtarma’ sözünü asla yutmaması gerektiğini yazdı, bunun tehlikeli olduğu sonucuna vardı. Çünkü kadınları kurtarma iradesi asla orada değildi. Sömürgecilik döneminin öğrencileri sorunu çok daha önceden görmüşlerdi. 1980’lerde feminist Gayatri Chakravorty Spivak "Beyaz erkeklerin, esmer kadınları esmer erkeklerden kurtarmasının" şüpheli etkilerini vurguluyordu. Bazı okumalarda Batı’nın Afgan kadınları özgürleştirme konusunda verdiği sözde başarısız olduğu söylenirken, bazılarında ise bu konuda hiç ciddi olmadığı, bunu sadece bencil ihtiyaçları ve hırsları için feminist bir cila olarak kullandığı yazıyordu. Her iki durumda da feminizm ve dış politikanın bir birine karışması gerektiği dersi çıkarılabilir. Tam da bu durumda, bu iki şey daha önce hiç olmadığı kadar bir araya geliyor ve bu tarz felaketleri önleyebilir.

Bu felaketten önce bile, bazıları uluslararası ilişkiler ve toplumsal cinsiyet politikalarının birbiriyle hiçbir ilgisi olmadığını ve ayrı tutulması gerektiğini iddia edilmiştir. Fakat toplumların kadınlara ve erkeklere farklı davrandığı bir dünyada, kadınların kendi toplumlarının dünyanın geri kalanıyla nasıl etkileşime girdiği de dahil olmak üzere her zaman belirli çıkarları ve perspektifleri olacaktır. 

Çoğu toplumda kadınlar, çocuğun sorumluluğunun büyük kısmını üstlenmeye devam ediyor. “Kadınları ve çocukları” koruma ihtiyacına ilişkin modası geçmiş kavramları göz ardı etsek bile, her iki grup da savaşla, savaşma olasılığı daha yüksek olan erkeklerden çok farklı bir ilişki içinde olma eğilimindedir.

Geleneksel dış politika, askeri ve ekonomik olarak güçlenmenin yanı sıra, devletlerin kendi çıkarlarını korumak için başkalarına zor kullanma anlamına da gelir. Kadınları üst düzey askeri komutalarda ya da müzakere odalarında güçlendirmek için bazı çabalar olsa da bir takım feminist düşünürler için bu kaba kuvvet, tahakküm ve rekabete odaklanarak erkek konseptini yerleştirmekti. Bu konuda farklı görüşler olabilir, fakat yine de asker ve sanayicilerin sesi bu çerçevede daha fazla ağırlık taşıyor. Anlaşmazlık burada şu gerçeği örtüyor: devletler kendi çıkarları için savaş başlatırlar. Örneğin ‘ulusal güvenlik’ adına bunu yapabilirler fakat gerçekte çok fazla insanı tehlikeye atıyor olacaklar.

Bazıları başka bir yol olduğunu söylüyor. Şu anda yedi ülke tarafından resmen desteklenen bir yaklaşım olan “feminist dış politika” fikrinin arkasında büyüyen bir ivme var. Savunucularına göre bunun kadınları “kurtarmak”tan çok, seslerinin duyulmasını sağlamakla ilgisi var. En saf haliyle, feminist bir dış politika, sadece kadınlar için daha iyi koşulları teşvik etmekle kalmayacak, aynı zamanda dış politikada zorlama yerine işbirliğine, dar kapsamlı ulusal güvenlik yerine insan güvenliğine öncelik verecek; insan yaşamını tehdit eden salgın hastalıklar ve iklim değişikliği, düşman devletler kadar güvenlik tehditleri olarak anlaşılmaya başlayacaktır. Umut, bu değişikliklerin nihayetinde herkes için daha barışçıl, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir dünya yaratabilmesidir.

2014'te İsveç, resmi olarak feminist dış politikayı benimseyen ilk ülke oldu. Bu tarihten beri ülke, Kanada, Fransa, İspanya, Meksika, Lüksemburg ve ilginç olarak Libya şeklinde renkli bir takipçi ekibi topladı. Ayrıca bu yaklaşımı destekleyen daha büyük ülkelerde gelişen bir merak var. ABD Kongresi ve Avrupa Parlamentosu gibi. Birleşik Krallık’ta İskoçya başbakanı Nicola Sturgeon, feminist bir dış politika vaadinde bulundu. Fakat bu girişimi bir ‘duyar kasma’ olarak görenler sinikler, böyle bir dış politikanın Westminster’ı ters düz edeceğine işaret edecekler.

Ayrıca bunu arzulayanlar feminist dış politika hakkında yürütülen ve giderek artan konuşmalara rağmen eylemin az olduğunu kabul etmek zorundalar. Peki bunu hayata geçirmenin olasılığı nedir?

Başarısız kurtuluş: 2001'de Kabil'deki Afgan kadınları. Reuters / Alamy Stock Photo

Pinkwashing (üstünü örtme, boyama) tehlikesi

Son yıllarda cinsiyet eşitliğini uluslararası gündeme getirmek için artan bir çaba var. 1995'teki BM Dünya Kadın Konferansı'ndan sonra toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin dönüm noktası niteliğindeki Pekin Deklarasyonu da dahil olmak üzere, büyüyen çok yönlü anlaşmalar var; kadınları barış süreçlerine dahil etmeyi taahhüt eden çeşitli kararlar ve 2010'da cinsiyet eşitliğine adanmış çok taraflı bir kuruluş olan UN Women'ın kurulması. İsveç, 2014'te dış politikasına uzanacak şekilde kendisini “dünyadaki ilk feminist hükümet” olarak ilan etmeden önce bu tür çabaların hevesli bir savunucusuydu.

Feminizm tartışmalı bir kelimeydi ve hâlâ da öyle. Feminist Dış Politika Merkezi’nin kurucularından Marissa Conway, “Feminist bir bakış açısına başvurduğunuzda, gerçekten güç dinamiklerine bakıyorsunuz” diye açıklıyor: "Bu güç eşitsizliklerini çok pratik bir şekilde nasıl yeniden dengeleyeceğimizi bulmakla ilgilidir, böylece tipik olarak dışlanan ve bu politikaların sonuçlarına katlanmak zorunda kalanlar artık politikanın gelişimini bilgilendirenler olur.”

Bir süreliğine hiçbir ülke İsveç’in öncülüğünü takip etmeye hevesli görünmüyordu. Fakat 2017 yılında kendi kendini feminist ilan eden Justin Trudeau'nun önderliğinde Kanada, feminist uluslararası bir yardım politikasını benimseyerek ayak parmağını suya daldırdı. Bu da tüm dış yardım programlarının toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınları destekleyecek şekilde yapılması anlamına geliyordu. Hedefler arasında cinsel sağlık, üreme sağlığı, zorla evlendirmeyle mücadele, kayıtlı ekonomiye erişimin güvence altına alınması ve karar alma süreçlerine katılım yer alıyor.

Kanada misyonunu genişletirken, diğer devletler de bunu takibe başladılar. Geçtiğimiz Temmuz ayında, Meksika ve Fransa, 25 yıl sonra ilk Dünya Kadın Konferansı'na ev sahipliği yaptı (BM, 2015'te bir konferans düzenlemeyi düşündü, ancak bu gerçekleştirilemedi). Konferansta, Libya'nın ilk kadın dışişleri bakanı, Najla Manguush, istikrar planının bir parçası olarak çatışmalardan etkilenen devletin feminist dış politikayı kucaklayacağını duyurdu.

Bu yalnızca bir politik jest değildir. Kadınları dahil etmek çatışmaların başarılı şekilde çözülmesi şansını artırır. BM Kadın Birimi ve Dış İlişkiler Konseyi'nin (CFR) yakın tarihli araştırması, kadınların görüşmelerde önemli bir rol oynadığı barış anlaşmalarının daha uzun sürdüğünü ortaya koydu -Liberya bir vaka çalışmasıdır. Liberya'nın barış hareketine önderlik eden kadınlardan biri olan Leymah Gbowee'nin ileri sürdüğü gibi: “Kadınlar doğal olarak erkeklerden daha barışçıl değildir; daha ziyade bir toplumun tüm yelpazesini etkileyen barış süreçlerine kendilerini adamış kişilerdir. Uzmanlığı savaş olan askerlerin veya savaş ağalarının eline bir barış süreci bırakılırsa, sonucun ortalama vatandaşların ihtiyaçlarını reddetmesine şaşırmamalıyız.” Bununla birlikte, tarihsel olarak, kadınların barış süreçlerine katılımı nadir olmuştur. CFR'ye göre, 1992 ile 2019 arasında dünya barış süreçlerinin yaklaşık yüzde 70'inde kadın arabulucu veya imzacı yer almıyordu.

Ama ülkelerin feminist dış politikaya dair vaatlerinin büyük bir kısmı hâlâ puslu. Kanada henüz benimsediği feminist dış politikanın yol haritasını açıklamadı. Bunu benimseyen 7 ülkeden sadece 3’ü politikalarını açıkladılar. (İsveç, Meksika, İspanya). İskoçya'nın uluslararası ilişkilerde son derece sınırlı özerkliğine rağmen, “feminist bir dış politika benimsemek için dünya çapında az sayıda ülkeye katılacağına” dair övünmesi, şimdiye kadar sadece iki girişimde ifadesini buldu. İskoçya bunu Malavi, Zambiya ve Ruanda'daki kadınları güçlendirmeyi (Edinburgh’daki bir daire fiyatı olan 500 bin sterlinle) ve kadınları barış sürecine katılma konusunda eğiterek yapmayı planlıyor.

En büyük korku, daha fazla yönlendirme olmaksızın feminist dış politikanın içi boş bir markalaştırma haline dönüşmesidir. Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi (ICRW) üyesi Lyric Thompson’ın dediği gibi; "Dünya Kadınlar Günü'nde feminist dış politikanızın olduğunu söyleyin ama hiçbir şeyi değiştirmeyin." Daha da kötüsü, yerleşik dış politika gündemleri “pembe badanalı” olabilir -örneğin daha fazla askeri macera, danışılmayan kadınları özgürleştirmekle ilgili olarak meşrulaştırılabilir. Pek çok Meksikalı feminist, ülkelerinin harekete katılmak için kapsamlı bir plan yayınladığını görmekten memnun olsa da, aynı zamanda, ilan edilmiş bir kadın yanlısı dış politika ile ülkenin içerde kadın haklarına yaklaşımı arasındaki bağlantısızlığın da acı bir şekilde farkındalar. Örneğin, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti göz ardı etme ve kürtaj hakları konusunda ülke yönetiminin eksikliği.

Ancak gerçek bir değişim yaratmak için feminist dış politikanın arkasındaki ivmeden yararlanma fırsatı da mevcut. Yeni başlatılan Feminist Dış Politika için Küresel Ortak Ağı da dahil olmak üzere büyüyen araştırmacı ve savunma grupları, uluslararası ilişkiler hakkında onlarca yıllık akademik feminist düşünceyi acil pratikte uygulaması için hükümetlere baskı yapıyor.

Devlet düzeyinde yine İsveç örnek olmaya devam ediyor. Politika rehberine göre İsveç cinsiyet perspektifini bütün bir dış politikaya sistematik olarak entegre etmeye çalışıyor. İsveç'in toplumsal cinsiyet eşitliği elçisi Ann Bernes'e göre, feminist dış politika, toplumsal cinsiyet eşitliğini “rekabetçi” önceliklerden “mutlak çekirdeği ve DNA'sı” olmaya taşıyarak bir adım daha ileri gidiyor. 

Feminist Dış Politika Merkezi'nden Conway, bu büyük ölçüde aşılması gereken engelleri yansıtıyor; feminist ideal “çok ataerkil bir alandan süzülmek” diyor. Ancak, çoğu dış politika gibi İsveç'in dış politikasının da tutarsızlıklar ve çelişkilerle dolu olduğunu kabul etmek de önemlidir. Kadın hakları konusunda sicili kötü olan ülkeler de dahil olmak üzere, özellikle silah ihracatçısı rolü nedeniyle eleştirilerle karşı karşıya. Stockholm, 2018'de Yemen'in savaşan tarafları arasında bir barış anlaşmasına aracılık ederken, aynı zamanda yıkıcı çatışmada İsveç yapımı silahlar kullanıldı. Bazılarının geleneksel güvenlik kavramlarına geri döndüğünün bir işareti olarak gördüğü Rusya ile artan gerilimler karşısında, son zamanlarda silahlı kuvvetlerine on yıllardır en büyük yatırımı yaptı.

Kabil'in düşmesinden sonra İsveç, bildirildiğine göre yerel büyükelçilik personelini terk ettiği için eleştirildi -birçoğunun feminist duruşuyla çelişen bir gelişme, dışişleri bakanı Ann Linde, onları tahliye etmeye çalıştıklarını söylese de çoğu kişi bunu feminist tutuma zıtlık olarak gördü. Feminizm, uluslararası ilişkilerin tüm çetrefilli ikilemlerini anında ortadan kaldıramaz.

Ancak, Fransız Ulusal Meclisi üyesi ve Macron’un dış politikası üzerinde etkili olan Delphine O gibi isimler - ayrıca kendisi son Dünya Kadın Konferansı sırasında ülkenin temsilciliğini üstlenmişti- devleti sadece kendi çıkarları için uğraşan yapı olarak gören aşırı realistlerin bile cinsiyet eşitliğini destekleyebileceğini söylüyor. Delphine, bu sosyal hedefin yalnızca iyi ve doğru bir amaç olmadığını aynı zamanda bunun güvenlik gibi geleneksel hedefler açısından “bir ülkenin kendi ulusal ve uluslararası çıkarlarını geliştirmesine” yardımcı olduğunu savunuyor.

Belki öyledir, ancak daha radikal feministler, iktidar fikrinin toptan bir sorgulamasını sürdürmeyi tercih ediyor. Son zamanlardaki korkunç haberler karşısında, bu isimler kadın düşmanı Taliban'ı doğuran Sovyet karşıtı mücahitlerin orijinal Amerikan sponsorluğu da dahil olmak üzere bir soğuk savaş güç oyununun ürünü olduğuna işaret edebilirler. Ve değişim açısından aynı isimler Güvenlik Konseyi’nin demokratik olarak elden geçirilmesini savunarak, yine ana yetkinin nükleer güç sahibi 5 ülkede kalmasını tercih edecektirler.

Burada radikaller ve realistler arasında farklılıklar var. Fakat feminist bir dış politika konusunda ciddi olanlar 3 temel unsur üzerinde anlaşabilirler. İlk olarak temsil. Daha fazla kadını dış politika sürecine dahil etme girişimi tek başına değişime öncülük etmese de bunun doğrulanabilir bir adım olduğu ve bu olmadan eşitlik olmayacağı gerçektir. İkinci olarak ise toplumsal cinsiyet perspektifinin politika yapma sürecinin her aşamasına -belki de özellikle geleneksel olarak kadınların (ve diğer pek çok kişinin) göz ardı edildiği savunma ve ticaret alanlarına entegre edilmesi. Son olarak sistemin çalışıp çalışmadığını ve hükümetlerin sözlerini tutup tutmadığını amansızca bir denetleme-ölçme.

Tüm bu söylenen şeyler yapıldığı takdirde en ateşli aktivistler bile idealizm tarafından felce uğratılmaktan kaçınma konusunda istekli olacaklardır. Thompson, dünyada var olan gerilim sırasında bu konular için müzakere edilmeye çalışıldığını söyleyerek şu örneği veriyor: Feminist dış politikalar askersizleştirmeyi desteklese de, soru ‘ordu var olmalı mı?' değildir. Çünkü bu soru mevcut bağlamımızda yararlı değil. Soru, insanlara, barışa gezegene değer veren bir süreçle askeri kararların nasıl farklı şekilde alınabileceğidir.

Bu, muhtemelen öncelikle savunma amaçlı bir askeri duruş benimsemeyi, herhangi bir müdahalenin hedefleri hakkında tam ve bilinçli demokratik tartışmalar yürütmeyi ve etkilenecek insanlara danışmayı içerecektir.

Bu noktada belki de 20 yıl önce Afganistan’da neyin yanlış gittiği konusunda bir ipucuna sahip olabiliriz. Yanlış olan şey feminist dış politika mıydı? Eğer bu savaş Afgan kadınların talepleriyle başlamadıysa ve bu süreçte onlara danışılmadıysa cevap kesinlikle hayır. Thompson ise bunu anlamanın yolunun "Gidip Afgan feministlere sormak... ve ne dediklerini dinlemek" olacağını söylüyor.

*Çeviri: Mehmet İnanç

*Bu yazı https://www.prospectmagazine.co.uk/world/towards-a-real-feminist-foreign-policy sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir.


Etiketler : Afganistan, Taliban, Afganistanlı kadınlar, Feminist dış politika,


...

Jessica Abrahams