Kadıneki Yazı,

Direnişe tanıklık etmek


Kibriye Evren-11 Şub 2024

Karar duyulur duyulmaz bir yarış başlamıştı bile, ama bu yarış kim kazanacak değil, kim greve girecek yarışıydı. Gençler, yaşlılar, anneler, hasta olanlar, uzun yıllar cezaevinde defalarca kez greve giren hastalar, herkes kendini öneriyordu

Neredeyse her gün çeşitli nedenlerle önünden geçtiğim bu garip mekânın şimdi önünde duruyordum. Birazdan arabadan inecek ve istemesem de mekânın içine girmek zorunda kalacaktım. Dışarıdan bakıldığından epey sessiz görünüyor. Yıllarca, binlerce insanın zorunlu ziyaret ettiği bu mekân acıyı, çığlığı, öfkeyi, umudu, umutsuzluğu ve zalimliği içine hapsetmesiyle zihinlerde yer etmişti. Ama aynı mekân bir halkın nadide evlatlarının büyük direnişlerine de tanıklık etmişti ve görünen o ki daha da edecekti...

Şimdi hem merak ettiğim aynı zamanda da büyük bir ürperti duydum bu binanın içerisine giriyorum. Orada onlarca kadının karşılayacağını bilmek bana güç, moral aynı zamanda direnç veriyor. Benim için bir ilk olacaktı. Ama şunu çoğu kez deneyimlemiştim, mekân senin de ait olduğun bir tarihin parçasıysa, onunla yoğrulmayı başarırsan üstesinden gelemeyeceğin zorluk, elde edemeyeceğin başarı yoktur. Hele de örgütlü kadınların yanındaysan.

Eril sistemin zihinsel karanlığında yaratılan cezaevleri kadın, Kürt ve muhalifleri ehlileştirme, sindirme ve toplumdan izole yerleri olarak tasarlanıp umut kırma, moral ve motivasyondan düşürme mekanlarına dönüştürülmek istense de 50 yıllık Kürt direniş gerçeği hiçte öyle olmadığını göstermişti. Bazen cezaevleri direnişin ateşini fitillemiş, öncülük rolünü üstlenerek ışık, bazen de toplumun başlattığı direnişin destekçisi olmuştu.

Yeniden doğurmanın zorluğu büyüktür. Her doğum yeniliklere gebedir. Hele de kendini ve tarihini her gün var etmenin yerleri olarak eril sistem tarafında cezaevleri dayatılıyorsa bu doğum kaçınılmazdır. Ve artık zorunlu ikametgâhın orasıysa, o mekâna anlam katarak zulme karşı durmayı, haksızlıklarla mücadele etmeyi, sevgiyi, saygıyı çoğaltarak büyür- büyütürsün, yaşamayı -yaşatmayı öğrenirsin orada. Kürdün kutsallığına düşen payda direniş olmuştur her mekânda olduğu gibi cezaevlerinde de. Ondadır, hep en kutsal doğuşlar orada boy vermiş ve yeşermiş ülkenin tüm topraklarında, şimdi de dünyada.

Yeni ikametgahıma alışmak zor olmadı aslında, çünkü orası benim bir parçam bireysel ve toplumsal tarihimin vücut bulduğu mekandı. Şimdi kadın yoldaşlarımın yanında hem huzurlu hem de güvendeydim. Ve Sara’nın Mazlum’un, Pir’in ocağındaydım. Onlarla konuşuyor, dertleşiyor, nasihatlarını dinliyordum. Onlar ve daha niceleri... Öğretenlerim öğretmenlerimizdi.

Diyarbakır cezaevi tanıklıklarının üzerine, yeni bir tanıklık daha ekliyor, yan koğuş direnişe hazırlanıyor ve biz bundan habersiz, diğer koğuştaki arkadaşlarla tek ortak faaliyetimiz olan spora çıkmak için hummalı bir hazırlık içindeyiz. Hazırlığını tamamlayanlar oradan oraya koşarken, gülmeler, bağrışmalar birbirine karışıyor, arkadaşları görmenin yaratacağı sevinçle ağzımız kulaklarımızda, biran evvel gardiyanın kapıyı açmasını bekliyoruz.

Her kavuşma mutluluk verir insana özlem duyarsın sevdiklerine, heybendeki sevgileri sevinçleri, üzüntüleri bir bir dökersin orta yere, kimseye aldırış etmeden. Mekân cezaevi ise ve zaman kısıtlıysa adeta zamanı bir yere hapseder, o seni yutmadan sen yutmak istersin ki, biraz daha kalasın arkadaşlarınla. İşte öyle bir dem de; Bir çırpıda sözler dökülmüştü ortaya herkes şaşkınlık ve heyecan içinde birbirine bakıyordu. Leyla abla çıktığı mahkemede Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kalkmadığı müddetçe süresiz dönüşümsüz açlık grevine gireceğinin kararını açıklamıştı. Leyla ablanın kararlılığı ve sözleri dalga dalga tüm cezaevlerine yayıldı.

Hapsedilmek direniş ruhunu da taşır içinde. Her an, davranış, duruş, söz ve eylem hapsedene karşı tutumdur aslında. Ve ona benzememek, mücadele etmek için kendi yaşam kurallarını belirlersin. Tutsak edilen bireyin zalimlere karşı elindeki tek enstrüman bedenidir. O enstrümanı dilediği kadar kullanır zalime karşı. O beden aynı zamanda iradenin dehaqlara karşı savaşıdır. Kürtler için açlık grevleri ve ölüm oruçları demek daha önce olduğu gibi, şimdi ve bundan sonra da yeni bir yaşamın örülüşüydü ve dirilişin umudunu aşılıyordu.

Karar duyulur duyulmaz bir yarış başlamıştı bile, ama bu yarış kim kazanacak değil, kim greve girecek yarışıydı. Gençler, yaşlılar, anneler, hasta olanlar, uzun yıllar cezaevinde defalarca kez greve giren hastalar, herkes kendini öneriyordu. Tam bir kaos vuku buluyordu. Kabul edilmemesi durumunda bireysel tavır alarak greve gireceklerini, “Greve girmek herkesin olduğu gibi benimde hakkım bu hakkı kimse elimden alamaz” diyerek küçük çaplı isyan çıkarmalar başlamıştı bile. Oda yönetimi herkesle teker teker konuşuyor olası bireysel tutumların önünü almaya çalışıyordu. Gerçekten tarifi ve anlatılması imkânsız bir ruh ve kararlılık açığa çıkıyor, herkesi biranda etkisine alıyordu. Bu irade ve kararlılık karşısından şaşırmamak, saygı duymamak için vicdan olmamalıydı insanda.

Süresiz dönüşümlü açlık grevi kararına karşı devletin ne yapacağı, olumlu adım atıp atmayacağı hiç kimsenin umurunda bile değildi. Artık herkes hedefe kilitlenmiş tüm bedelleri göze alınmıştı. Ortadoğu hakları için bayramlar önemlidir. Bayramlarda en güzel giysiler giyilir, en sevdikleri yemekler tatlılar yapılır konuklar ağırlanır. Bizde adete bayrama hazırlanır gibi açlık grevine hazırlık yapmaya başladık. Halaylar çekiliyor, moral geceleri düzenleniyor skeçler tiyatrolar gırla gidiyordu. Şarkılar, türküler, zılgıtlar koğuşları çınlatıyordu. Hava yolu ile yan odayla bağlantılar kuruluyor son hazırlıklar yapılıyordu.

Yine tarihin rotasını değiştirecek bir eylem kadınlar öncülüğünde başlamış oluyordu. Leyla yan oda da mahkemede kararını açıkladıktan hemen ertesi gün başlamıştı zaten açlık grevine. Bizim ve mensubu olduğumuz Kürt halkının ve halkların talebinin sözcüsü olmuştu Leyla. Kürt halkının önderim dediği bir sözüyle; Ebedi barışın, çekilen tarifsiz acıların, yıllar süren boğazlaşmanın son bulacağı, ölümün bir daha konuşulmayacağı bir ülkenin Abdullah Öcalan sayesinde geleceğini biliyor, onun tecridi karanlık olan ülkeyi daha da karartıyordu.

Sara’nın, Mazlum’un, Kemal’in ve yitik bir ülkenin yitik aşkını arayan Ferhat’ın... Açtığı bu yolda tam da onlara meyman olduğumuz bu mekânda o yolun yolcusu olmak kalmıştı bize sadece. Zaten yol açılmıştı bir kez… Ve Leyla ile birlikte Diyarbakır Cezaevi’nde 4 kişi bu yola revan olmuştuk. Diğer cezaevlerinden greve katılan arkadaşlarla birlikte halayımız büyüyor. Hep birlikte söylediğimiz direniş stranları Kürtlerin yaşadığı her yere ulaşmıştı bile… Bedeli ne olursa olsun hedefe kilitlenmek ve çoğalmak kalıyordu geriye.

Açlık grevi başlamıştı başlamasına ama ya girmeyenler ne edecek diye ağzımız yüreğimizde bekliyoruz. Bu tür eylemlerde herkes mutlaka içinde olmak ister. Yol arkadaşının her gün biraz daha erimesine, zayıflamasına, güçten düşmesine hangi yürek dayanır ki? Eylem sürecinde en büyük sorumluluk eyleme girmeyenler de oluyor. Çünkü direnişe tanıklık etmek, greve girenlerin sağlığı ile an be an ilgilenmek, yaşamı örgütlemek, bakım ve yaşam ihtiyaçlarını karşılamak, olası baskınlara karşı hazırlıklı olmak çok büyük bir sorumluluk emek, çaba ve irade ister. Eylemin asıl emektarı, kahramanları ve direnişçileri onlar oluyor. Eyleme girmek kolay, onun devamlılığını sorunsuzca sürdürmek ve başarıya götürmek zor olan. İşte bu zoru onlar başarıyor. Açlık grevlerine girenlerden daha fazla onlar zayıflıyor, sanki büyük suç işlemiş gibi mahcubiyetle kaşla göz arasında yemek yiyorlardı.

Yol yaşamdır, yaşamın sırrına ermek için yolcu, yolun gerekliklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bir yükümlülük daha vardı bu yolda, yoldaşlarına ulaşmak, haber almak, sevinçlerini paylaşarak çoğaltmak. Bu süreç boyunca tanımadığımız, görmediğimiz insanlardan, yıllarca cezaevlerinde olan ve greve girmiş arkadaşlardan, şimdi nerede olduğunu bilmediğimiz dostlarımızdan, Avrupa’dan, dilini bilmediğiniz insanlardan, ülkenin dört bir yanında mektuplar geliyordu. Başarı dileyenler, umudumuzu diri tutanlar, şiir yazanlar, girdikleri grev deneyimlerini anlatanlar. Şimdi hepsi bu grevin bir parçası ve başarıya ulaşması için topyekûn mücadelesini yürütenlerdi.

Bir yola başlamıştık. Örneğin görüşçülerimiz geliyordu. Bir tarafta çok duygulu bir atmosfer yaşanıyordu ama bizleri uğurlarken arkamızdan zılgıtlar çekiyordu. Ve bütün aileler istisnasız kazanacağız diyordu.

Ve cezaevinde başka bir durum daha vardı, personeller bizi çok fazla moralli görünce şaşıyorlardı. Hep şunu soruyorlardı: Bitirmeyi düşünüyor musunuz?

En son Mehmet Öcalan, Sayın Öcalan ile görüştüğünde bütün gardiyanların müjde verir gibi ‘Artık görüşme yapıldı. Siz açlık grevini bitirirsiniz.’ demeleriydi. Bedenlerimiz ve ruhlarımızla mücadelemizi vermiştik ve başarmıştık.

Tecride karşı yaşamlarına son verenler

Almanya’nın Krefeld kentinde de 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart’ta yaşamını yitirmişti. Tecridi protesto etmek amacıyla Zülküf Gezen (33) 17 Mart’ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart’ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart’ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Medya Çınar (24) 25 Mart’ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Yonca Akici 9 Mart’ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Siraç Yüksek 2 Nisan’da Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan’da Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaşamına son verdi.


Etiketler : Tecrit, Cezaevleri, Açlık grevleri, cezaevlerinde hak ihlalleri, tecrit insanlık suçudur,


...

Kibriye Evren