Kadıneki Yazı,

Bir hak olmanın ötesinde özsavunma hakkı


Cemile Turhallı Balsak-15 Tem 2022

(...) kendisine Çankırı hakimi denen biri yazmamış mıydı kararına “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyin.” Bu deyişin bin yıllarca süregelen hikâyelerinde taciz, tecavüz, saldırı an meselesi kadınların hayatında

Özsavunma ifadesini son yıllarda feminist hareketin literatüründe sıkça duyar olduk. En çok da Kürt kadın hareketinin “Öz savunma bir haktır” deyişi bir sloganın ötesine geçmiş durumda. Herkesin ve özellikle de kadınların kendilerini bu kavrama bu kadar yakın hissetmelerinin nedeni ne?
Savunma ile neyi kastediyor kadınlar?
Savunmadan önce öz ifadesinin özü neyi ifade eder peki?
Özsavunma aslında tüm canlılarda canlılığın devamlılığı için temel bir strateji olarak kullanılır. Kadınlar binlerce yıl boyunca kendileri ile karşı cins arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin farkında olarak diğer canlı gruplarında olduğu gibi kendi doğal stratejilerini yarattılar. Tüm dezavantajlı durumların farkında olarak şeytanlaştırma pahasına toplum için gerekli olana yöneldiler.

Tarihte cadı avlarında her bir cadının bir hekim/bir bilim insanı olduğunu bilmeyenimiz yok artık. Tarih boyunca, bilgiyi ve bilmeyi toplum için kullanma pahasına kendi hayatlarından vazgeçerek kendi özsavunmalarını oluşturdu kadınlar. Kürt kadınları da doğal stratejilerini, stratejilerinin bir parçası olarak kendi varlıklarını toplumun ilerlemesi ve doğal işbirliğinin sağlanması için oluşturdular. Üretim ile ilişkisini, emek ile ilişkisini koparmayan Kürt kadınlar, kendi varlıklarını emeği ile görünür kıldı. Tarlada üretime katılan, dağlarda hayvancılığa dahil olan kadınların emekleri kadar sözlerinin görünür olduğu bir gerçek. Dayatılan her bir din ve sistem inşasına inat üretimden kopmayan Kürt kadını; Kırklar Meclisi'nde de neredeyse yarıya yakın sayı ile yerini alarak doğal toplum ilişkisindeki ısrarını günümüze kadar da var etti. Doğal elçi rolünü kendi beyaz tülbendi ile taraflar arasındaki karanlığa sererek sürdürdü.

Geçen her bir yüzyıl, toplumu kendi doğal sürecinden kopararak yapay bir hâl alsa da kadınlar doğal sürecin kopmaması için kendi varlıkları ile buna nefes aldırmak istiyor. Kadınların varlığı yalnızca kendisi için değil toplum için var olmanın, onu daha güçlü kılmanın, güçlü bir işbirliği yapmanın da aracı aslında.
İnsanlık kaç bin yıl boyunca kendi doğal yaşamından koparılmanın, toprağın, emeğin ve bedenlerin sömürüldüğü bin yılları yaşıyor. Her sömürünün merkezinde kadınlara yönelen kaçınılmaz sömürü aygıtları sürekli şekil değiştirse de özünde kadını hedef almanın, onun ait olduğu tüm değerleri de ortadan kaldırmanın yollarını arayarak kendi krizleri ile besleniyor adeta. Yine sömürünün tüm kesişimsel yerinde kadınlar var. Hem de bu sömürü düzeni kendini tüm sömürü ideolojilerinde muazzam bir mutasyonla kamufle etmeyi başarabilmiş bir düzen. Bu sömürü düzeni ideolojilere kaynaklık ve aracılık eden haliyle elbette cinsiyetçilik. Feodalizm, kapitalizm ve son olarak liberal sistemin tüm kesişimsel şemalarının cinsiyetçilik ile örüldüğü bir gerçek. En keskin ve tehlikeli ideoloji olmanın övüncünü tüm sömürü ideolojilerini besleyerek ispatlatıyor adeta cinsiyetçilik. Son durağında bu kez liberal sistem var. Kadınlar liberal hukuk sistemine karşı da var olmanın ve var etmenin mücadele yollarını arıyor yine.

Kadınlar, liberal sistemin tüm özgürlük oyunlarını biliyor ve bu sistemin son nihai aşamada verili düzenin kırıntıları ile yetinmeyeceklerini de biliyor. Eşit işe eşit ücret ile başlasa da itirazlar, bunun bir lütuf ile sınırlı kalınacağını da biliyor.

Yüz yıllık tarihte bile kadınların talebi yüzyılını doldurmayan siyasal hayata katılım çağrılarıyla sınırlı değil. Kadınlar sokakta, evde, okulda işte her yerde sözlerini yüksek sesle dillendiriyor. Tabi bir de mahkemelerde. Kendilerini yeni bir cadı avı ile kovalayan ve derdest eden liberal sistemin despotik yönetimlerine karşı tek ses olmanın ayrıcalığını yakalayarak yürüyor bu kez.

Kadını sokakta koruyamayan bu düzen sokağı kadına karşı kullanıyor. Taciz, tecavüz ile sınırlarını hatırlatıyor. Sokakta kendini güvende hissetmemesi için ona çizgilerini hatırlatan sokakları bu kez kendi seslerinin yükseldiği alanlar olarak kullanıyor kadınlar. Sonuç alamayan sokağın efendisi, sözünden çıkılan halleri, bir taviz olarak görüp boyun eğdiren bir güç ile daha çıkıveriyor kadınların karşısına. Cebir yetkisini erkeğin örülü siyasal sistemlerinden alan bu sistemin denge fren mekanizması! erkek lehine erkek yargısı olarak türeyiveriyor. Sokağın kadınlar üzerinden ıslah edilmesi gerektiğini savunan erkeğin yerine kendisinin halefi olan yargı da kendisine çok iş düştüğünün farkında. Erkekliğin korunması ve aslında gücün ve aslında imtiyazın korunmasını esas alan bu sistem hiçbir yazılı kaynakta belirlenmemiş bir mutabakat örneği sergiliyor. Muktedir olan sistemin tahakküm altına alınan cinsler üzerinden kurumsallaşabildiğinin çok iyi farkında. Bu yüzden kendisine imzalatılan bu gizli mutabakatının her hükmü yerine getirilmeli ve sorunsuz bir şekilde uygulanmalı. Bu sistemin koruyucu ve kollayıcısı olarak iş başa düşen yargının her bir üyesi bir nefer gibi hareket etmekten çekinmemeli. Zımni işbirliğine dayansa da bu örülü sistem bazen de alenen ortaya koymaktan da alıkoyamıyor kendini. Çok değil yıllar önce zihinlerimize kazınan bir olayda kendisine Çankırı hakimi denen biri yazmamış mıydı kararına “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyin.”

Bu deyişin bin yıllarca süregelen hikâyelerinde taciz, tecavüz, saldırı an meselesi kadınların hayatında. Ne tecavüzü ne tacizi hayatlarına yönelen kasıt ile kabul ediyor kadınlar. Yaşamın doğal içgüdüsü ile ilk kopuşunu hatırlıyor kadınlar. Ve belki de bu kez kopuşun iradi bir kopuş ile olması gerekliliği var akıllarında. Yaşatan, var kılan, var kılanı daha da yaşamsal kılan kadınların hikâyesi bu kez birbirine değiyor ve güç buluyor birbirinde. Kendi hem cinsinin hikâyelerini duyuyor ve bu hikâyelerin her birinde nehirlerin de kaynağına doğru akabileceğini görüyor bu kez.

Evin özel alan değil özel bir saldırı alanı olduğuna dair itirazlarını gösteren kadınların da ensesinde yargı bitiveriyor. Kadınların haykırışlarına her defasında kayıtsız kalan yargı “sıpa ve sopa” ilişkisini hatırlayarak bol kepçeden kravat indirimi ile bu zımni mutabakatın gereğini yine yerine getiriyor.

Kendi bedenini evin sömürü alanından uzak tutan kadınların sesi yargıya ulaşamıyor bir türlü. Evinden koruma talep etmek zorunda kalan, tacize, tecavüze, fiziksel ve psikolojik istismara maruz kalan Çilem, Nevin, Demet ve daha nicelerinin sesine kayıtsız kalan yargı sadece kendi yaşamlarına yönelik saldırıyı bertaraf etmek zorunda kaldıkları için kendi doğal özsavunmasını yapan kadınlara karşı nefret ve saldırı ile kadınlara sadece sınırlarını hatırlatmanın aracı olarak yaklaşıyor. Nevin’i, Çilem’i koruyamayan yargı, boyun eğdiremeyen erkeğin yarım bırakmış olduğu işi tamamlamanın derdine düşüyor yine. Erkeğin tamamlayamadığı erkeklik gösterisini kendi gösterisi ile tamamlayacak bu kez. Her bir haykırışa ve bedensel bütünlüğüne yönelik saldırıya önce kulaklarını kapıyor ve kadının gelmekte olan ölümün kaçınılmazlığına karşı kaçınılmaz savunmasını, bunun bir savunmanın argümanı olamayacağını kadınlara önceki hayatlarından benzer bir hatırlatmayla, erkekçe hatırlatıyor. Had bildirmenin yalnızca erkeğe ait bir olgu olduğu, öldürmenin de bu itaatsizliğe karşı bir cezalandırma ile son bulacağını ve tabi ki bu öldürmenin de kaçınılmaz bir tahrik içinde gerçekleştiğini ne de iyi biliyor.

Yargı, sevgili veya eş olmanın bir itaat nedeni, buna karşıtlığın da bir öldürme nedeni olabileceğini bir varsayım olarak değil bir gerçekten daha gerçek olduğunu her gün duyduğumuz dava hikâyelerindeki kararlarıyla hatırlatıyor bizlere. Bu kararların birilerini kışkırttığı ve tabi ki bu işi yarım bırakmamalarının gerektiği ve de cesaret verdiği kesin.

Kadınlar bin yıllardır yok sayılmaya, geride tutulmaya, cezalandırılmaya, itibarsızlaştırılmaya, hayatlarına kastedilmeye rağmen kendi varlıklarını toplumun olmazsa olmazı ile buluşturup hiçbir ajandanın kaydı da olmadılar. Kadınlar, bin yıllardır kendilerine ait olanın kendilerinde kalan değerleri taşıyarak, toplumu ayakta tutmanın yollarını kendi stratejileri ve ödedikleri ağır bedellerle var ettiler.

Ödenilen her bir bedelin ezilen cinsin üyeleri olan kadınları birbirine daha çok yakınlaştırdığı kesin. Anne karnındaki ilk kopuşun bu kez iradi kopuşu kadınların öze dönüşünü özsavunmalarıyla, öz örgütlülükleriyle gerçekleşiyor. Her ideolojide kendine yer edinen cinsiyetçiliğe karşı enternasyonal kadın özgürlüğünü bir toplumun özgürlüğünden, doğanın özgürlüğünden ayrı görmeyen kadınlar ile Kürt kadın hareketinin yükselen muhalefeti ile yeni bir düzen ile kendini inşa ediyor. Kadınlar bu cinse ait olmanın haklı gururunu yaşıyor bu kez. Erkek yargısına karşı toplum vicdanını esas alan bir sistem olarak kendini inşa ediyor. İşte toplumun bu vicdanı kadınların da özsavunması oluyor. Toplumun vicdanına dokunmayan hiçbir özgürlük teması ne bir cinsin ne bir ulusun ne de bir düşüncenin kurtuluşu olabilir. Kendi gücünün farkında olan kendi özgürlüğünün de farkında oluyor. Özgürlüğün tadına varan kadınlar bundan vazgeçmeyeceklerinin o kadar farkındalar ki her bir bedeli ödemenin de kendi özgürlük tatlarından daha değerli olmadığının da farkındalar. Kadınların bitmeyen son söz ifadesiyle “Söyleyecek sözümüz, yapacak gücümüz var.”

*Cemile Turhallı, avukat, insan hakları savunucusu.


Etiketler : Erkek adalet, Özsavunma, Özsavunma haktır, Haksız tahrik indirimi,


...

Cemile Turhallı Balsak