Kadıneki Yazı,

Ülkemin mahpus kadınları!


Saime Topçu-15 Haz 2022

Başta Aysel Tuğluk olmak üzere; yaşlı, hasta, ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinden tahliye edilmeleri için kamuoyu insani, vicdani, ahlaki, hukuki sorumluluklarını alarak yarın çok geç olmadan harekete geçmelidir

Tene can, yola ışık olan gerçeğin aşkı ile...
Katledilen tüm kadın bedelgahlarımızın önünde özüm ile dardayım.
Kadınların, içerisinde olduğu bugünkü durum doğru algılanmalı ve doğru analiz edilmeli.
Kapitalist modernitede kadına dayatılan kölelik biçimi, öylesine incelikli öylesine derin uygulanıyor ki kadının kendisi bile buna inanır bir düzeye gelmiş. Kimisi bunu, kader, alın yazısı, kara talih, olarak kabul ederken, kimisi gerçek yaşam ve özgürlük oymuş gibi inanarak peşinden gidiyor. Gözden kaçırdığımız durumun özeti, öğretilmiş çaresizliktir aynı zamanda.

Erkek egemenlikli sistem ve dayandığı kapitalist modernite sindirdiği kadını kendi içerisinde eritip meta haline getirirken, ‘kendisine göre olmayan kadınları’ da katlediyor, bastırıyor. Bugün mevcut duruma baktığımızda, tekçi siyasal aklın kadına karşı özel savaş politikaları yürüten 'rızasız yolun zalimleri', amansız bir güç ve şiddet sergilemektedirler. Bunlar, genelde Kürt/Alevi topluluğunu hedef alırken, özelde bütün kadınlar üzerinde bu orantısız güçlerini denemektedirler. Bu acımasız, amansız şiddeti kadın cinayetlerinde de apaçık görüyoruz. Neredeyse kadına yönelik bir soykırım yürütülmekte. Suçluların ceza almadığı bir adalet mekanizması kuran iktidar, geliştirdiği yeni düzende adaleti, sadece kendileri için işleyen bir hukuksuzluğa büründürmüş durumda. Kadının hak/hukuk kazanımlarını yok sayan ve kadını giderek yoksullaştıran ve biat kültürüne eklemleyen politikalar üretilmektedir. Kadınların en büyük kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi'nin iptali, AKP iktidarının kadına olan tahammülsüzlüğünü net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bu minvalde değerlendirdiğimizde bugünkü koşularda Türkiye’de cezaevleri, sayısal çoğunluğa sahip olup hastanelerden ve üniversiteden daha fazladır. AKP iktidarıyla bu daha da derinleşmiş can yakıcı bir hâl almıştır. Türkiye adeta yarı açık cezaevine dönüşmüş, mevcut cezaevleri ise içler acısı durumlara dönüştürülmüştür. Maalesef cezaevleri adeta ölüm evleri oldu: gün be gün içerisi kadın mahkûmlarla dolup taşmaktadır! Mağdur olan kadınlar, fail durumuna düşürülmektedir. Gerek adli gerek siyasi kadın tutsaklara her türlü muamele reva görülmekte, hak ihlalleri inanılmaz bir boyuta taşınmaktadır. Hukuksuzluk, bizzat hukuku tesis etmesi gerekenler tarafından yürütülmektedir. Tecritten tutun da taciz, tecavüz, çıplak arama gibi her türden fiziksel ve psikolojik şiddet ne yazık ki rutin hale gelmiştir. Mahpuslara uygulanan zulüm insanlık onuruna, insan haklarına, yaşam hakkına ve uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen bu uygulamalar şiddetini artırarak sürdürülmektedir. Cezaevinde, cinsel istismar küresel bir insan hakları krizidir. Birçok istismar vakasında failler, mahkûmların güvenliğinden sorumlu olan cezaevi görevlileri olmaktadır. Cezaevinde yaşanan tecavüz ve diğer cinsel istismar suçları uluslararası alanda işkence sayılmaktadır. Mahpusların güvenliğini sağlamak devletin mutlak sorumluluğudur. Fail kim olursa olsun, cezaevinde cinsel istismar bir hükümetin sorumluluğunu yerine getiremediğini göstermektedir. Ne şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz, güç, iktidar ve kontrol kurmayı amaçlayan bir şiddet biçimidir.

Diğer yandan hasta mahpuslar, ölüme terk edilerek adeta ölüme tahliye ediliyorlar. 15 Aralık 2021’de yayınlanan ve basında yer alan İnsan Hakları Derneği (İHD) raporunda ‘Cezaevlerinde 604 ağır hasta tutsak olmak üzere 1605 hasta tutuklu mevcut’ denilmiştir. Hastanelerde oluşturulan kurullar tarafından cezaevinde kalamaz raporu verilen 600’ü aşkın hasta tutuklunun acilen tahliye edilmesi gerektiği kamuoyuyla paylaşılmıştır. ‘48 saatte 3 kişi’, ‘2020 başından bugüne 7’sinin infaz ertelemesinden kısa bir süre sonra olmak üzere en az 59 cenazenin cezaevlerinden çıktığı' belirtilmiştir. 21’inci yüzyılda tecride dayalı infaz rejimi ‘sivil ölüm’ olarak evrensel hukuk literatüründe yerini almıştır. Sivil ölüm mekanları olan hapishaneler sağlıksızlığı üretirken, hasta, yaşlı tutuklu ve hükümlülere yönelik yıllara yayılan işkence sonucunda son nefesinde fiili idamın gerçekleştirildiği bir uygulama olduğunu veriler net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu iktidar pandemiyi fırsata çevirerek siyasi bir tavır geliştirmiş, özelde siyasi mahpusların görüşmelerini engelleyerek sıfır temas noktasına taşıyıp hak ihlallerini ayyuka çıkarmıştır. Anımsarsak pandemi döneminde adli mahpusları geçici de olsa serbest bırakılıp, siyası tutsaklar adeta ölüme terk edilmişti. Cezaevleri koşularında bugün ağır sağlık dramları yaşanmaktadır. Birçok mahpus maalesef ki sağlığa erişemiyor. Ve cezaevleri insanın hücrelerini öldüren ağır tecrit sistemidir: 80-90’lı yıllarda koğuş sistemi mevcuttu ve işkence alenen yapılıyordu. Diyarbakır Zindanları'ndaki vahşeti hafızalarda canlı tutmak ve hafıza oluşturmak elzemdir. Koğuşlarda 20-30 kişilik gruplar oluyordu ve iki kişi birlikte aynı yatağı paylaşırken üretebiliyordu, sohbet edip komün kolektif bir süreç yaşayabiliyorlardı. Siyasi mahpuslar, F tipi hücrelerde tek kişi bırakılarak ağır tecrit koşularıyla izole edilip, yalnızlaştırıp sisteme biat ettirilmeye çalışılıyor. Eğer bir mahpus hastaysa sağlığa erişmesi de ayrı bir eziyete ve yıldırma politikasına dönüştürülmektedir. Revire çıkmak başlı başına bir sorun olmaktadır. Haftada 2 veya 3 kez 1 saatlik gelen doktorun yeterliliğinden, ring aracından tutun da devlet hastanesine gidilmesi kolluk kuvvetinin muayeneye girmeye çalışması, kelepçenin açılmaması, doktorla hasta arasındaki mahremiyete varana kadar birçok hak ihlal etmektedir.

Başta Aysel Tuğluk olmak üzere; yaşlı, hasta, ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinden tahliye edilmeleri için kamuoyu insani, vicdani, ahlaki, hukuki sorumluluklarını alarak yarın çok geç olmadan harekete geçmelidir. Bu ve benzeri durumlar, ne yazık ki Hipokrat yemini etmiş adli tıp kurumunun doktorları için de etik olmayan bir sonuç doğurmuştur!

Öte yandan bir başka uygulama da cezaevinde ölen mahpuslar için tabut ve cenaze arabası verilmemesinin yanı sıra dini vecibeleriyle gömülmelerine izin verilmemesi, cenazeye saldırılması, gece sırlanmasından tutun da cenazenin kaçırılması... Bunlar ne insani, ne ahlaki ne de vicdanidir.

Alevi yol düsturunda, yaşa ki yaşat ilkesi vardır. Aynı hakikat, öteki inançlarda da mevcuttur. Çünkü yaşam hakkı kutsaldır, ilkeseldir.

Özgür kadın özgür toplumu yaratır. Eşitlikçi/özgür yaşama inanan, sahiplenen mücadeleyi büyüten tüm kadınlara aşk-ı niyazlarımla...  
    
ÖZGÜR YAŞAMDAN YANA DİRENEN HİÇBİR KADINI SIR ETMEYECEĞİZ!


Etiketler : Hasta Tutuklular, Aysel Tuğluk,


...

Saime Topçu