Kadıneki Yazı,

Türkiye halkları her şeye rağmen aydınlığa bakıyor


Aryana Baran-16 Nis 2023

Şüphesiz zulmün kesintisiz sürdürüldüğü toplumlarda tıpkı kurbağanın sıcak suda yavaş yavaş ısıtılıp pişme düzeyine getirilmesi gibi bir teslim olma söz konusu olabilirdi. Ama Türkiye halklarında direnen damarların var olmaya devam etmesi böylesi bir teslimiyeti, ölümü engelledi

Uzun bir süredir, ülkemiz, halklarımız üzerine adeta felaketler yağıyor, acı üstüne acı yaşıyoruz. Pandemi, deprem, kuraklık, sel gibi afetlerin doğa ile bağı olsa da; sonuçlarının asıl nedeni direkt sistem ve iktidardır. Dolayısıyla esas bunlar iktidarsal, sistemsel, toplumsal sorunlardır. Bu sorunlara yol açan mutlak ve tekçi iktidar gerçekliği toplumu her açıdan cendereye almış, her türlü yaşam zeminini ortadan kaldırarak nefes alamaz duruma getirmiştir. Ekonomik krizle toplumun cebindeki son kuruş, sofrasındaki son ekmek alınmış, sonsuz hukuksuzlukla adalet duygusu ve güveni yerle bir olmuş, deprem, pandemi, sel felaketlerinde her şeyini kaybetmenin sarsıcılığını yaşamıştır.

Türkiye halklarının yaşadığı zulmü, acıyı, felaketleri uzun uzun sıralamanın bir anlamı yok, zira her gün ekranlarda, sokaklarda görülmekte ve dile gelmektedir. Şimdi halklarımız için üzülmek, acı duymak, azıcık vicdanı olan için zor değildir. Asıl zor olan tüm bu gerçekliğe rağmen, halklarımıza dair bir umuttan, pozitif bir gelişmeden bahsetmektir. Belki zorlama bir yorum veya teselli etme olarak da değerlendirilebilir ancak niyetimiz ne odur ne de diğeri. Yıkımın da, acıların da farkındayız. Fakat toplumsal özgürlüğe inanıyorsak bunun, yani görünen acı ve yıkımın ötesini de görmemiz gerektiğini biliyoruz. Zira toplumsal alt üst oluş süreçlerinde herkesin göremediğini gördüğümüz, uç veren potansiyeli irade gücüne dönüştürdüğümüz oranda özgürlüğün mümkün olduğunu biliyoruz. Biz de, gözlerimizin önündeki tüm kaotik, acılı, dehşet verici gerçekliğe rağmen Türkiye toplumunda uç verenin giderek çoğalma, güçlenme eğilimi gösterenin demokrasi ve özgürlük istemi olduğunu görüyoruz.

Uzun yılların ardından Türkiye toplumu demokrasiye en açık, özgürlüğe en yakın olduğu bir gerçekliği yaşamaktadır. Bu da halklarımız için büyük güç potansiyeli ve umut gerekçesidir. Bunun nedenleri var. Geçmişte toplumun büyük kesimi için demokrasi ve özgürlük talebi daha çok soyut olgulardı, bu talepler ile kendi yaşamı arasındaki bağı kurmakta zorlanırdı. Ya özgürlük, demokrasi sorununu Kürtler, kadınlar, işçiler gibi belli kesimlere ait görürdü ya da gelecekte gerçekleşecek soyut, biraz da lüks bir istem ve talep olarak algılardı.

Türkiye’de son yirmi yılda yaşadıklarımız, özellikle de son on yılda yaşatılanlar; toplumun bu konulardaki algısını büyük oranda değişime uğrattı. Toplum, demokrasi, özgürlükler konusundaki her gerileme ve daralmanın birebir yaşamını etkilediğini gördü. Denetlenmeyen, keyfi, birilerinin çıkarına göre şekillenen ekonomik politikaların cebindeki son kuruşu nasıl aldığını gördü. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılınca kadınların daha fazla katledildiğini gördü. Şimdi demokrasi, özgürlükler ile kendi yaşamı arasındaki bağı görüyor. ‘Açız’ demenin demokrasiden, özgürlükten yoksunluğu ifade ettiğini duyumsuyor. Dolayısıyla toplumun ‘açız’ demesi, ‘devlet nerede’ demesi, her zamankinden daha fazla politiktir.

Zulmün, sömürünün derinleşme ve yaygınlaşma düzeyi, en önemli nirengi noktası oldu. Türkiye halkları ölüm ile sıtma arasında tercihsiz bırakıldı. İnsanlar, adım adım geliştirileni yuttu. Üzerlerine gelindikçe geri adım attı. Tahammül ve alışma bir noktadan sonra daralttı, sıkıştırdı. Ne yatacak ne de geri çekilecek yer kaldı. Şüphesiz zulmün kesintisiz sürdürüldüğü toplumlarda tıpkı kurbağanın sıcak suda yavaş yavaş ısıtılıp pişme düzeyine getirilmesi gibi bir teslim olma söz konusu olabilirdi. Ama Türkiye halklarında direnen damarların var olmaya devam etmesi böylesi bir teslimiyeti, ölümü engelledi.

Başlangıçta iktidarın imkanlarından faydalanan, bir biçimde iktidara ortak edilen kesimler geniş bir toplumsal zümreyi kapsamaktaydı. Zulüm ve sömürü yaygınlaşıp toplumun birçok kesimini kapsamına aldıkça bu çoğunluk azaldı. Bir avuç nemacıya dönüştü. Antonio Negri’nin deyimiyle; aslında gerçeklikte buydu. Genişleyen baskı ve zulüm toplumun geniş kesimlerini aynılaştırdı. Ekonomik, demokratik, özgürlüksel talepler fazlasıyla ortak hale geldi. Ve bu durum dertlerin toplumsallığı kadar, derman isteminin toplumsallığını da belirginleştirdi.

Geçmişte ‘’Ülkenin temel sorunu terördür.’’ diyenler  bunun böyle olmadığını gördü veya toplumun büyük çoğunluğu toplumun yaşadığı yakıcı gerçekliğe bakarken toplumsal renklerin, farklılıkların karşıtlık olarak öne çıkarılıp kışkırtılmasının bir kurgulama olduğunu, egemenlerin oyunu olduğunu fark etmeye başladı. Toplumda temel bir fark vardı; hiçbir renk, etnik, kültür bunun dışında değildi. Ezenler ve Ezilenler! Türkiye toplumu gibi sürekli toplumsal farklılıkların karşıtlaştırılmasının saldırısı altında olan bir toplum için bu farkındalık büyük önem taşımaktadır.

Şüphesiz Türkiye halkları birdenbire bu gerçeğin farkına varmış değiller. Her adımı büyük acılarla deneyimlediler. En kaba özetle; Gezi Direnişi’ni, Kobanî savunmasına omuz vermesi, 2015 seçimlerini, şehirlerin yıkılmasını, bodrumlarla beraber insanların yakılmasını deneyimlediler. Darbe, pandemi, ekonomik kriz, deprem, kuraklık, sel felaketleriyle beraber Türkiye toplumu tarihinde ilk kez yeni bir farkındalık yaşadı. Gördü ki, koca bir organizasyon olarak toplumun her şeyini denetleyen devlet, hiçbir biçimde toplumun iyiliği için işlemiyor. En ufak hak talebini, özgürlük istemini anında cezalandırmaya hazır ama toplumun yaşamını, sağlığını, malını korumak için dizayn olmamış halkı deprem yıkıntıları altında, seller altında bırakabiliyor, cebinde kalan son kuruşa el uzatıyor ve hâlâ susmaya, biat etmeye devam etmesini istiyor.

Ve Türkiye halkları, bir toplumun varolması, kendini koruması için devlet dışında da var olabilmesi, dayanışması gerektiğini gördü. Bunun adı, sivil toplumdur. Ezenlerin tuzağına düşmediği, çıkarlarının aleti olmadığı sürece, halkların çıkarlarının bir ve aynı olduğunu gördü.

Doğa ve toplumsal tarih, karanlığın en derinleştiği anda güneşin doğduğunu, zulmün en derinleştiği yerde direnişin uç verdiğini, insanın uçurumun kıyısında kanatlanmasının mümkün olduğunu yazar. Ancak toplumsal doğa hakikati bu kadar dümdüz ve determinist değildir. Eğer derinleşen zulüm karşısında zihniyette, ruhta, inançta, örgütlenmede toplumu yeni bir yaşama taşıyacak bir alternatif yoksa, oluşmazsa ölmekte mümkündür. Tarih, böylesi süreçlerde örgütlenemediği, direnmediği, alternatif yaşamı oluşturmadığı için ölen, dağılan, yok olan halkların mezarlığı ile doludur.

Bu nedenle Türkiye halklarının ruhunda uç veren demokrasi, özgürlük, barış ışığını görmek kadar bunu görünür kılmak, bu potansiyeli toplumsal iradeye dönüştürmek hayati önemdedir. Bir toplum birden ve hep birlikte aydınlanıp dönüşemeyeceğine göre bu sorumluluk halklar adına konuşan, kendine öncülük rolü biçen partilerin, kurumların, bireylerin omuzlarındadır. Tarihte, tanrıçalarda, Tanrı da yürü diyor. Anahtar anlam gücüne sahip olanların elindedir.

*Tutuklu Kadın Siyasetçi


Etiketler : Pandemi, Koronavirüs, HDP, Deprem, seçim 2023, 14 mayıs 2023 seçimleri, Seçim, emek ve özgürlük ittifakı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Yeşil Sol Parti, sel felaketi, Gezi direnişi, tutuklu kadın siyasetçi,


...

Aryana Baran