Kadıneki Yazı,

Paylaşımlar


Figen Aras-01 Kas 2020

Birlikte bir yolculuğa çıkalım mı? Merak etmeyin yaşadığımız hayatı temelli terk etmeyeceğiz. Arada bir günlük yaşamımıza döneceğiz ve hatta karşılaştırmalar yapacağız. Sevdiklerimizden ayrılmayacağız, ama üzgünüm sevmediklerimizden de ayrılmayacağız...

Merhaba, bu köşede yazma önerisi aldığım günden beri okuyucuya layık olma kaygısı taşıyordum. Bir de okuyucuların çoğunun kadınlar olduğunu düşündükçe bu heyecan gün geçtikçe artıyordu. Size de olur mu bazen, kimi zaman evrenin bize hazırladığı bir tiyatro sahnesi içerisinde hissederiz kendimizi. Doğduğumuz günden itibaren perdeler açılır, kapanır; sahne farklılaşır, oyuncular değişir, dekor tazelenir. 

Kimin bu tiyatro sahnesinde hangi rolü oynayacağı asıl meseledir. Bazen hazırlanan sahneyi benimseriz, bazen de itiraz ederiz rollerimize… Koşullarımız tercihlerimizi yapmamıza müsaade etmez, bazen de tesadüfler rollerimizi değiştirmemize yardımcı olur. Birkaç yıl önce klasik ev kadınlığı rollerini istemeyerek de olsa kabullenmiş bir kadını alanlarda bir devrimci olarak görürüz, alanlarda özgürlüğü haykıran birini birkaç yıl sonra klasik bir aile ortamında yakalarız.   Yaşamın döngüsü içerisinde kadınlar farklı gibi görünen sahnelerde bir mücadele veriyor. Kadın özgürlük mücadelesi verme fırsatı yakalayan kadınlar arasında da her gününü eylem alanlarında, adliye koridorlarında, kadın dayanışma kurumlarında, akademilerde, sendikalarda, siyasi partilerde ve daha birçok alanda sürdüren kadınlarla birlikte yazma eylemini de gerçekleştirmek; bu mücadeleye katkı sunacağı umudunu taşıyoruz.   Yazma eyleminin diğer eylemler kadar hakikat arayışında yarattığı etki çok büyük elbette. Yazmak, paylaşmanın bir aracı iken; hakkını vererek yazmak da bir amaca dönüşebiliyor. Bütün dünyayı etkisi altına alan Covid-19, toplumsal ahlakın sınırlarını çoktan kırmış ulus- devletler, evine ekmek götüremeyen vatandaşa inanmayıp ona teselli çayı fırlatan iktidarlar, doğanın güzelliğine tahammül edemeyen beton zihniyetler gündemi bu kadar yoğun kaplamışken tüm bu sorunların kökeninin nerede yattığını açığa çıkarmak yazma eyleminin de bir sorumluluğu olsa gerek.   Jineolojî yani kadın bilimi, daha da hakkını verirsek; kadın ve yaşam bilimini birçoğumuz duymuşuzdur. Jineolojî tartışmaları arasında en çok dikkatimizi çeken noktalardan biri yaşanan tüm sorunların kökeninde kadın özgürlük sorununun yattığını iddia etmesidir. Yani sorunları ele alırken kadın eksenli bir bakış açısıyla bakmamızı önerir jineolojî. Kadınların kendi köklerinden koparılmasını yaşamın köreltilmesi olarak görür. Ve yaşamın köreltilmesinde kadının yaşamdan koparılması için insanlık tarihinin çarpıtıldığını belirtir. Çünkü var olan tarih; erkek egemen zihniyetin kalemiyle yazılmıştır. 

Dolayısıyla erkeğin üstünlüğüyle boyanmış, tek bir çizgisel yöntem uygulanmış, bilgi kutsallığını yitirerek topluma değil; egemenlere hizmet eder olmuştur.

Tarihi okumaya kalktığımızda bazen onu karanlık bir kuyu gibi görürüz. Ucu sonu görünmeyen, içine düşersek bir daha çıkamayacağımızı düşündüğümüz derin bir kuyu. Sanki tarihi anlayabilmemiz için karma karışık olaylar silsilesini ezberlememiz öğretilir bize. Hangi devlet ne zaman kurulmuş, onu kim yıkmış, kim kimi öldürdüğü için savaş çıkmış, bir gecede tek tanrılı dinler gökten indirilmiş, üç beş tane Yunan filozof düşünce tarihini değiştirmiş, bilim batıda bir anda erkek öncüler sayesinde insanlığa hediye edilmiş… 

Ömrümüzün yarısı sınavlarda yüksek puan alabilmek için bu olayları ezberlemekle geçmiştir. Ezberleyemeyip sınavdan kalanlar da orta sınıf altı bir yaşama mahkum edilmiştir. Bir de yalanlarla dolu olaylar örgüsünü boşu boşuna ezberlediğimizi bildiğimizde iş artık trajikomik bir duruma gelir.   Bizler bu köşede tarihi ister bir kuyuya (ama ucunda Güneş’in aydınlığının olduğunu bildiğimiz bir kuyu), ister binlerce yıldır akıp gelen bir nehre benzetelim, birlikte bir yolculuğa çıkalım mı? Merak etmeyin yaşadığımız hayatı temelli terk etmeyeceğiz. Arada bir günlük yaşamımıza döneceğiz ve hatta karşılaştırmalar yapacağız. 

Sevdiklerimizden ayrılmayacağız, ama üzgünüm sevmediklerimizden de ayrılmayacağız çünkü her dönüşümüzde hep birlikte tarihle yüzleşeceğiz. Belki de “tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz” sözünün somut pratikleriyle karşılaşacağız.   Kuyunun karanlığından korkmayacağız çünkü ucundaki ışığa ulaştığımızda aslında kuyunun da tamamen karanlık olmadığını, sadece belli bölgelerinin koyu boyayla kapatıldığını fark edebiliriz. Hatta belki de kuyunun dibindeki aydınlığa ulaşmak amacımızken; o yolculuğun kendisinin de Güneş’in aydınlığı kadar faydalı olduğunu görebiliriz.    Yolculuğa çıkarken yanımıza bir şey almamıza gerek yok. Çünkü her bir durakta giyeceklerimiz, yiyeceklerimiz, barınacak yerlerimiz olacak. Elbette kuyuda tarihi yolculuğa çıktığımızda tecavüz tehlikesiyle karşılaşacağız, aç kalabiliriz, savaşların ortasında bulabiliriz kendimizi. Kimi zaman Tiamat gibi kendi öz evlatlarımız tarafından katledilmek istenebiliriz. Kimi zaman da tüm kötülüklerin anası diye cennetten kovulabiliriz, kimi zaman yolumuz Arap dünyasına düştüğünde bir hareme zorla kapatılabiliriz, Çin’de yürüyüşümüz güzel olsun diye iki numara küçük demir ayakkabı bize zorla giydirilmek istenebilir, Kuzey Afrika’da sünnet edilme tehlikesiyle karşılaşabilir, Ortaçağ Avrupa’sında bilgimizi paylaştığımız, şifacılık yaptığımız için şeytanın ortağıyız diye köy meydanında ateşlere atılmak istenebiliriz de… Kendimizi 1800’lerin İngiltere’sinde, bir sokak eyleminde “pis süfrajetler” diye üzerimize taşlar fırlatılırken bulabiliriz.   Ancak kadın tarihinin sadece erkeğin egemenliği karşısında köleleştirilmiş bir kadın tarihi olmadığını açığa çıkarmak yazma eyleminin bir sorumluluğu… Kadınları sadece erkeğin, devletin, eşin, sevgilinin nesnesi olarak değil; hem yaşamın anlam gücü, doğal toplumun başat gücü, hem de erkek egemen devletçi saldırılara karşı  direnen kadınların da tarihi olduğunu görmek heyecan verici. Yani özne olma ve nesne olmanın toplamıdır kadın tarihi.   Yolculuğumuzda 6 bin yıl öncesinin Mezopotamya topraklarında Ninhursag diye bir Tanrıçayla tanışabiliriz; her şeyin anası, bereketin simgesi, adaletin koruyucusu ana tanrıça… Onunla sohbet eder; kutsallığının sebeplerini sorabiliriz kendisine… O tanrıçayken toplumsal ilişkiler nasıldı, ekonomi ne durumdaydı, savaşlar, tecavüzler var mıydı, hepsini sorarız.   4 bin yıl önceye gidip İştar’ı gördüğümüzde bugün hala annelerimizin “Ya Star" (Star sözcüğü İştar’dan gelmektedir) diye kollarını gökyüzüne kaldırdığını anlatırız.   Kimi zaman bir İskandinav ülkesinde, dolunay zamanı, bir tepenin başındaki ağaçların altında dans eden  kadınların arasına girip meşalelerle eşlik edebiliriz o gizem yüklü ritüele… 

Kadın kâhinlerle tanışır, bugün de kahve falına bakıldığından, kurşun döktürüldüğünden bahsederiz. Lilith’i Kızıldeniz’in ötesinde bulup, erkeğin egemenliğine itiraz edip sonsuz boşanma kararı alma hikayesini ondan dinleyebiliriz. Ona itirazlarının tarihsel kökenlerini sorabiliriz. Biz de kendisine, bugün onun adına oluşturulmuş korku hikayelerinden bahsederiz. Doğum yapan kadınların ilk 20 gün bebeklerin yastıklarının altına metal şeyler bırakmalarının temelinde kendisinden korkunun yattığını aktarabiliriz.

Hz. Muhammed’in ilk yoldaşı, sırdaşı, ona güç katan Hz Hatice’yle tanışıp kendisine bazı sorular sorabiliriz. Rabia’yla karşılaşıp onunla bir sohbet edebiliriz; kendi itirazları üzerine. Belki Hz. Ayşe gelir yanımıza; Allah’a neden “beni kadın yaratacağına taş yarataydın” diye sitem ettiğini sorabiliriz.

Manastırdaki kadınlarla sohbet edebiliriz mesela; erkekler sizi zorla mı manastırlara kapattı yoksa ilk başlarda dışarıda size uygulanan baskılara, tecavüzlere, istenmeyen evliliklere karşı mı buraya kendi tercihinizle geldiniz?

Amazonların yaşamının içerisinde bulabiliriz kendimizi, erkeklerden ayrı kadın topluluğu şeklinde yaşamanın gizemlerini çözmeye çalışabiliriz. Erkek egemen tarihçilerin “savaşırken ok ve yay tutabilmek için sol memelerini dağlarlardı” yalanını onlara anlatırız.   Rojava’ya uğrarız, orada DAİŞ zihniyetine karşı yaşamı savunan kadınlara deneyimlerini sorarız; “ Bir gecede mi toparlanıp o vahşi saldırıları püskürttünüz?”

Gelecek sayıdaki köşemizde yolculuğumuza başlarken güzel bir şey hatırlatmakta fayda var; hayal kurmak, umudu besleyen en değerli düşünsel eylemlerden biri sanki. Hem bedava, hiçbir ücret ödemiyoruz hem de sınırsız bir senaryo kurma özgürlüğümüz var. Sizde de olur mu bilmem ama çoğu zaman kurduğumuz hayalleri anlatmaya cesaret edemeyiz, deli olduğumuzu düşünürler diye… Delice hayaller kurabiliriz çünkü kimse müdahale edemez onlara, hem şiddete de uğramayız, öldürülmeyiz, evlere kapatılmayız, “bu hayali niye kurdun” diye ellerimize kelepçe takılıp cezaevlerine de gönderilmeyiz.   Delice hayallerimiz de bu yolculuğumuzu pekiştirebilir ve elbette ki günlük yaşantılarımızdaki deneyimlerimizi de katarız bu yolculuğumuza. Kadın buluşmalarının heyecanını anlatırız, ninelerimizin hikayelerinden bahsederiz, kendi kişisel devrimlerimizi hatırlarız.

Ve paylaşırız, paylaştıkça çoğalır; çoğaldıkça daha da güzelleştiririz yaşamı…


Etiketler : kadın tarihi, jineoloji,


...

Figen Aras