Kadıneki Yazı,

İki fotoğraf karesinin düşündürdükleri


Heval Arslan-01 Eyl 2021

Kadınların, ne savaşa giden süreçte ne barış müzakerelerinde muhatap alındığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ifade edilmeyip, bu eşitsizliğin sonuçlarının ortadan kaldırılmadığı, kadın özgürlüğünün sağlanmadığı yerde barıştan söz etmek mümkün değil

Yazıma Halepçe'den bir fotoğraf paylaşarak başlamak istiyorum. Halepçe denildiğinde akıllara doğal olarak 16 Mart 1988’de yapılan katliam gelir. Resmi verilere göre 5 bin insanın katledildiği Halepçe'de, o dönem çoğu çocuk, binlerce kişiden hala haber alınamıyor. Kürt halkı için derin bir travma ve hala acısı dindirilememiş büyük bir yara olan Halepçe’ye yolunuz düşerse, mutlaka Halepçe Katliamı Müzesi’ni ziyaret edin. Halepçe’ye gitmek ve yaşanmış o acıları tekrar tekrar duyumsayabilmek adına bir film şeridi gibi çekilmiş fotoğraflar eşliğinde katliamı anmak, hafızaya kazımak, asla ve asla hiçbir Kürt tarafından unutulmayacak ve unutulmamalıdır. Bu insan olmanın, toplum olmanın, aynı kökenlerden gelmiş olmanın bir gereğidir aynı zamanda.

İşte orada; Halepçe Katliamı Müzesi’nde sergilenen fotoğraflar arasında kentin geçmişine ait resimler duruyor. O fotoğrafların tümü 70'li yılların Halepçe’sinin bugünden ne kadar farklı olduğunun birer kanıtı aslında. Özellikle de kadınların konumu açısından. Bugün Halepçe sokaklarında dolaştığınızda çok az kadın görürsünüz. O da ya komşusunu ziyaret ederken ya da bir düğün veyahut taziyeye giderken görürsünüz. Kentte küçük yaştaki kız çocukları dışında tüm kadınlar örtülü. Katliamla sadece 5 bin insan değil, kadının toplumsal alandaki varlığı da yok edilmiş, yok olmuş. Kadınlar tamamen eve, dört duvar arasına hapsedilmiş. Kadının varlık göstermediği sokaklar, caddeler renksiz, kent durgun, yaşam akmıyor gibi…

Halepçe Katliamı Müzesi’ndeki iki fotoğraf ise gerçekliği tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Fotoğrafın ilki bölgenin önde gelen ailelerinden birine ait. Tamamen geleneksel kıyafet giymiş olan kadınların başlarında örtü değil de geleneksel kofi olurken, özgüvenli duruşları da dikkat çekici. İkinci fotoğrafta ise Halepçeli genç kadınlar var. Diz üstü etekler giyinmiş olan kadınların birinin elinde tenis raketi bulunuyor. 1963'te çekildiği belirtilen fotoğraf, kadınların açık alanda spor yapabilecek kadar rahat olduklarını gösteriyor. Bu kare o dönemde İran ve Afganistan'da çekilen fotoğrafların bir benzeri. Bu fotoğrafı bugünün Halepçe’si ile yan yana getirdiğimizde hegemon güçlerin kendi emperyal hevesleri ve neo-liberal çıkarları için çıkardıkları savaşların kadınlara neler kaybettirdiğini görebiliriz. Bunu sadece dünün Halepçe’sinde değil, bugünün Ortadoğu’sunda da görüyoruz. Hegemon güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesi ile birlikte başlayan ve durmak bilmeyen savaşlarda, kadınları İslam kisvesi altında zapturapt altına almaya çalışan çeteler ve çeteleşmiş devletlerin uygulamalarında görüyoruz. Şengal’deki soykırımda, insanları dehşete düşüren köleleştirme metotlarında görüyoruz. Afganistan’ın Taliban’a teslim edilmesi belki buna verilecek en iyi örneklerden. Bugün kapitalist modernist sistem ve bölgede kendine İslamcı diyen, özünde ise hegemon güçlerin varlığını sürdürmesini sağlayan güçler, toplumsal sorunlara çözüm bulamadığı gibi halkların barış, özgürlük ve demokratik özlem, talep ve ihtiyaçlarını da karşılamaktan uzaktırlar. Özünde bölgede yaşanan kriz, beş bin yıllık devletçi erkek egemen sistemin krizidir.

Bu yüzyılın başından beri ve özellikle de son yarım asırdır yoğunlaşan başta savaş olmak üzere erkek egemenlikli politikalar en çok kadınları vurmakta, erkek egemenlikli sistem içinde yeni alanları oluşturmaktadır. Bu nedenle bu kaostan çıkışı en çok isteyecek ve bu konuda en çok mücadele edecek olanlar yine kadınlardır. Bu sadece Ortadoğu için değil kapitalist modernist sistemin savaşa sürüklediği Asya, Afrika, Latin Amerika'da çatışma bölgeleri için de geçerli olan bir durumdur. Peki kadının dahil edilmediği bir toplumsallık ne kadar demokratik olabilir ne kadar barışa evrilebilir? Dünyanın farklı bölgelerindeki savaşları sonlandırma süreçlerine baktığımızda kadınların neredeyse hiç temsil edilmediklerini görebiliriz. Oysa sokakları dolduran kadınların cesur protestoları olmasaydı Sudan’daki devrim gerçekleşemezdi. Türkiye’de de Kürt kadınları yıllardır bunun mücadelesini veriyor. Kadınların, ne savaşa giden süreçte ne barış müzakerelerinde muhatap alındığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ifade edilmeyip, bu eşitsizliğin sonuçlarının ortadan kaldırılmadığı, kadın özgürlüğünün sağlanmadığı yerde barıştan söz etmek mümkün değil.

Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini de bu savaşın bir parçası olarak değerlendirirsek, kadınların yaşamlarını ve kazanımlarını tehdit eden savaş ortamından çıkışı, kadınların yaşamını tehdit eden bu şiddet ortamının sonuçlarının konuşulması ve barışa giden yolda kadınların sözünü söylemesiyle mümkündür. İktidarın içeride ve dışarıda çözümü değil de savaşı tek varlık gerekçesi olarak gördüğü bu ortamda daha cesurca sokakta, evde, mecliste kısacası her yerde sözünü söylemek, bu savaş politikalarına dur demek için alanlara inmek aynı zamanda kadın cinayetlerine dur demektir. Kayyum politikalarına, KHK'lere, emek ve beden sömürüsüne dur demek olacaktır. Yanı başımızdaki Rojava kadın devrimi, bizlere bu kaostan çıkış yolunu, çözümün demokratik, kadın özgürlükçü, eşitlikçi ve ekolojik sistemden geçtiğini gösteriyor. Bugün içinde bulunduğumuz savaş koşullarında biz kadınların çok fazla seçeneği yok. Rojava sistemi; kadınlar başta olmak üzere tüm halkların, kimliklerin, toplulukların, kültürlerin, inançların, dillerin, doğanın yok edilme girişimlerine karşı bu öznelerin varlıklarını koruma yoldur. Bu sistem, savaş ve katliam çağına karşı anlamlı bir barış alternatifidir.


Etiketler : İstanbul Sözleşmesi, Halepçe Katliamı Müzesi, Halepçe Katliamı,


...

Heval Arslan