Kadıneki Kültür-Sanat,

Depremin kadın, kültür, sanat ve yeniden toplumsallaşma hali


Saliha Ayata-19 Mar 2023

İnsanın toplumsallaşma pratiğinde yaşanan derinleşme ilerledikçe, kendi aklının ve zihniyetinin gücüyle yeryüzünde başka benzeri olmayan , adeta sıfırdan yaratım diyebileceğimiz kadar köklü ve güzel ürünler de yapar

6 Şubat 2023 tarihinde Mereş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde gerçekleşen depremler 11 ili etkilemiş ve onbinlerce kişinin yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına sebep olmuştur. Resmi rakamlara göre kırk binden fazla kişi ölmüş, onlarca kişi yaralanmış ve milyonlarca kişi etkilenmiştir. Ama bu resmi rakam öyle ya? Son yirmi yılda Türkiye de resmi rakamlara, hukuka, demokrasiye vb. birçok kavrama karşı güven kalmadığını düşünürsek resmi rakamın çok da ötesinde bir ölüm yaralanma ve yıkımın olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Ortadoğu’da ve  özellikle Türkiye’de insan canının hele hele Kürd’ün coğrafyasında canın çok da  önemsenmediği gerçeğinden yola çıkarsak son yüzyılda Kürt şahsında resmi rakamların  çok da  önemli olmadığı söyleyebiliriz.

Bırakalım Türkiye’nin resmi rakamlarını bir kenara kendi gözlemlerimizi ve gördüklerimizi paylaşalım. Çünkü; sanırım yine en doğru (resmi veri ya da adına ne dersek) bizim birebir gördüklerimizden oluşuyor. Depremin üstünden henüz iki saat geçmeden Amed halkı kendi çabalarıyla yıkılan binaların yanına gitti ve kurtarma çalışmalarına başladı. Ayrıca; hızlı bir şekilde örgütlenerek barınma, beslenme gibi sorunların çözümü için seferber oldular. Bu da yetmezmiş gibi deprem bölgesi olmasına rağmen ikinci günden itibaren dayanışma ruhuyla depremden en çok etkilenen beş ile doğru yol aldılar. Bizler de kültür-sanat çalışanları olarak beş ile doğru ayrı ayrı ekipler olarak yola koyulduk. Biz kültür-sanat emekçileri, çalışanları, sanatçıları olarak 15 kişilik bir ekiple Mereş’in Pazarcık ilçesindeydik.

 

İlk gittiğimizde elektrik, barınacak alan ya da bırakalım içme suyunu kadınların kullanabilecekleri bir lavabo bile yoktu. Can havliyle herkes kendini köydeki cemevine atmıştı ve  insanların hemen hemen hepsi şoktaydı. Depremi, yıkımı, acıyı anlamaya çalışıyorlardı. İlk gittiğim an da ilgimi en çok çeken ise üç gündür su dahi içmemiş olan küçük Mehmet idi, üzerlerine evleri yıkılmak üzereyken iki kardeşi ve anne babasıyla son anda kendilerini dışarı atmış ve hemen önünde yıkılan okulunu görüp şoka girmişti. Zaman kavramını yitiren Mehmet arkadaşlarının okulda olduğunu düşünüyordu ve ilk sohbetimizde okuldaki arkadaşlarının yaşayıp yaşamadıklarını çok merak ettiğini söyledi. Sonra bütün ekip gece yarısına kadar depo temizleme ve ayıklama işine koyulduk. Gecenin yarısında uyuyacak bir alan ararken gözlerim hep Mehmet’i aradı ve iki kızkardeşinin ortasında  korkuyla gözlerini sıkı sıkı kapatıp uyuduğu gördüm.

Ertesi gün bütün ekip bir araya gelerek iş bölümü yapıp gıdadan kıyafete, hijyen malzemelerine, depolamaya kadar her alanda hızlıca iş bölümü yaparak , deprem sonrası yeni yaşamı kurmak zorunda olmanın gayreti ve inancıyla yaşam alanları oluşturduk. Kadınlar için iki çadır kurup onların bu süreçte hızlıca hijyen malzemelerine, kendilerine göre kıyafet bulacakları ve en önemlisi temel ihtiyaçlarını kadınlara rahatlıkla söyleyebilecekleri çadırlar kurduk. Var gücümüzle çalışmak her ne kadar iyi hissettirse de orda o travmayı yaşamış insanlarla olmanın bunu sürekli hatırlattığı gerçekliğinden çıkmak çok zordu, Kardelen’in hikayesi de o süreçte duyduğum ve beni en çok sarsan hikayelerdendi. Anne, babası ve üç kardeşiyle beraber depreme yakalanmışlar. Kapı sıkışıp açılamayınca evde çaresiz korkuyla beklemeye devam etmişlerdi. Derken duvarın patlamasıyla kendilerini zar zor sokağa atmışlar. Beni en çok etkileyen cümlesi:

-Bize kaçın diye bağırıyordu herkes!

-Biz de ‘Ne olacak yer yarılacak da içine mi gireceğiz?’ diye düşünüp üzerimize örtü atıp bekledik dedi.

Daha depremin üzerinden üç  gün geçmeden toplumsal bir sorumlulukla ve en önemlisi özveri ile ailece canla başla dayanışanlarla ortak çalışmaya başladılar. Onlarca kişiyi kendi elleriyle giydirip soğuktan üşümelerine engel oldular. Çünkü yardımlaşma ve ortaklaşma noktalarında hızlıca örülen komünal hayatın bir parçası olmak istediler, en önemlisi yeni yaşamın umuduna inandılar.

Yine aklımda kalan onun her şeyi hızla unuttuğu; unutmanın o deprem anında belki de lütuf sayılacağını düşünürsek   ‘Alzheimer  Dede’ (adını hiç öğrenemedim). Depremden sonra çocuğunu  kalp krizi sonucu kaybetmişti  ve her gün istisnasız defalarca yatalak eşine siyah takım elbise bulmanın umuduyla kıyafet çadırına geliyordu. Çadırdaki kadın arkadaşlar ise dede her defasında ilk defa geliyormuş gibi istediği takım elbiseyi bulamamanın da utancıyla onu cemevine mecburi geri gönderiyorlardı. Acısından bahsetmese de çocuğunu kaybetmiş olmanın hüznü, acısı yüzünden okunuyordu. Gözleri geçmişle gelecek arasında hatırlamak ve unutmak arasındaki ince çizgiyi haykırıyordu ama o kendini iyi hissedebilmek için eşine bir takım elbise bulmanın büyük göreviyle uğraşıyordu.

 

Yine atmışlı yaşlardaki Sultan nenenin hikayesi bir o kadar farklıydı ki; deprem anında dişleri ile telefonu arasında kalıp telefonunu alıp çıkmak zorunda kalmıştı(Biz ona tek dişli nene diyorduk). İlk günden beri Kürtleri yanında görmenin gururunu duyuyordu. Muhtemelen bir Kürt kadını olarak asimilasyon politikalarına fazlasıyla maruz kalmış ve Kürt kimliğini hep korumak  belki de saklamak zorunda kalmıştı. Yüzünde depremin yıkımı ama gözlerinde Kürt olmanın gururu hep vardı ve o da bizlere canla başla yardım edenlerdendi. Gün içinde sürekli ‘Kürtler bizi yalnız bırakmadı ve ilk onlar geldiler’ deyip gözlerindeki özgüven dolu bakışlar ve gururdan kabaran yüreğinin tam da burada  ‘kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam ebedi gerçekliktir’ realitesi ile tanışmanın tarihsel gururunu yaşıyordu. Çünkü, onun için Kürtlük can çekişen varolma  meselesinden çıkmış tanrıçalığın son nüvelerinden olan Kızıl Saçlı Nine’nin en derin, en gerçekçi noktasında ben burdayım. ‘Alevi ve Kürt kadını olma hakikatini hücremde bile hissediyorum’ der gibiydi.

 

İnsan toplumsal bir varlıktı. Değişim dönüşüm yaşayan insan, yeryüzündeki herhangi bir varlık ve herhangi bir canlı değildir. Bu farklılıktan ötürü insanların yarattıkları şeylere kültür denilir. Kültür insanın kendisinden doğaya kattığı her şeydir. Kültür dediğimiz  yaratım ya da değişim ve dönüşüm, yeryüzünde olmayan, ama insanlar tarafından yeryüzüne mal edilen şeylerdir. Tabi insan bunları öyle yoktan var etmiyor. Doğa üzerindeki diğer canlılardan yararlanarak ve mevcut diğer maddelerden değiştirip dönüştürdüklerinin katkısıyla kültür yapıyor. İnsanın toplumsallaşma pratiğinde yaşanan derinleşme ilerledikçe, kendi aklının ve zihniyetinin gücüyle yeryüzünde başka benzeri olmayan , adeta sıfırdan yaratım diyebileceğimiz kadar köklü ve güzel ürünler de yapar. Bunun nedeni , varlık olarak insanın kendi toplumsal yapısının ortaya çıkardığı ihtiyaçlardır. Toplumsallık bilinçli bir insan eylemi olduğu için, insanın toplumsallaştıkça yaptıkları toplumsal yapının ihtiyaçlarına göre olur. Demek ki toplumsallığımız güçsüzlüğümüzü  giderirken, diğer yandan bizlere yeni görev ve sorumluluklar da yüklüyor. Toplumsallık hem ihtiyaçları gideriyor, hem de yeni ihtiyaçlar yaratıyor. Kültür yaratmanın, toplumsallaşmanın anlam ve önemini bilerek yeniden yeniyi inşa etmenin insan yaşamı için elzem olduğu gerçekliğinden yola çıkarak dayanışanların da emeğiyle Hasankoca(Gundê Ûsê) köyünde komünal bir yaşamı örme çabası başladı. Asimilasyon politikalarına,  yasaklamalara, tutuklamalara karşın Kürt kültürünü yaşatmanın mücadelesini veren oyuncular, sinemacılar, müzisyenler ve daha nice sanat emekçileri toplumda bir arada olmanın toplumla, insanla, acıyla anlayan yerden buluşmanın gerçekliğiyle on günde umudu yaşamı örmenin mücadelesini verdi. Beraber olmanın iyileştirici gücüyle, toplumsallaşmanın büyütmesiyle  yemek yemeye başlayan Mehmet yaşadığı topluluğa katkı sunmayı hedefleyerek kadın çadırında çorap reyonunda insanlara ayaklarını ısıtacak çoraplar vermeye başladı ve dayanışmanın çok önemli bir parçası oldu. Kardelen ve ailesi çocuk reyonunda yaş gruplarına göre çocuk elbiselerini gelenlerin yaş grubuna göre dağıtmaya başladılar, Sultan Nine gelen insanlarla ilgilenerek onlara kendince şifa olmaya çalıştı, Alzheimer Dede bulamadığı siyah takımın yerine bulduğumuz mor yelek ve bluzla görevini tamamlamanın  mutluluğunu yaşadı ve  her şeyi unutan amca biz oradan ayrılırken; ‘Sizinleyiz gitmeyin!’ deyip hastalığına, unutmaya inat bizi hissettiğini unutmayacağını söylüyordu. Biliyoruz bu süreçlerın filmi, oyunu, şarkıları  da yapılacak gidenlerin  yası da tutulacak. Acıyla mücadele de yaşama yeniden tutunmanın yolunu yine bulacak ve en önemlisi   insanlar, halklar bir daha gördüler, bir daha gördük ki eğer bizi baskılayan zincirleri kırarsak -ki kırmak bizim elimizde- yeni yaşam inşası hiç de zor değil. Bir arada adilce yaşayacağımız, kadın eksenli, özgürlükçü yaşam hiçte zor değil, uzak değil. Yeter ki isteyelim…


Etiketler : Kültür-sanat, Deprem, 11 il depremi, depremde kadın, Maraş depremi, depremde yaşlılar, toplumsallaşma,


...

Saliha Ayata