Kadıneki Jineoloji,

Borcun feminist reddi; yaşamak, özgür ve borçsuz olmak istiyoruz!


Rojda Yıldız-19 Mar 2023

Herhangi bir banka sistemine kayıtlı olmamak, yardım da alamamak anlamına geliyor. Öyle ki banka sistemine kayıtlı olmak bugünlerde 'makul vatandaş' olmanın getirdiği en somut kanıtlardan biri

Hepimiz borçlandırıldık. Finansal kapitalin özü bu. Daha fazla insanın borçlandırılarak uluslararası para piyasasının devasa kârlar sistemine dahil edilmesi. Okul borçla, ev borçla, araba borçla, dahası artık yeme-içme borçla. Peki ‘borçlanmak’, borçlandırılmak sadece yaşamın maddi yönüne içkin bir mesele mi? Para piyasası, borçlandırma yolu ile bireylerin yaşamla kurduğu bağı baştan sona belirlemiş durumda. Politizasyondan sosyal yaşama, birlikteliklerden yaşam standardının değerine kadar birçok noktayı belirliyor. Üstelik, olağan bir akışın olağan bir parçasıymış gibi ve olmazsa olmaz bir genel kabul ile. Borçsuz ev sahibi olamayandan, borçsuz temel ihtiyaçlarını karşılamayana dönüşmüş bir neoliberal finans kapital politikası. Borcun normalleştirilmesi, ortaya çıkan yeni kaygıların, yeni endişelerin, yeni yaşam standartlarının da normalleştirilmesine dönüşmüş durumda.

Verónica Gago ve Lucí Cavallero Otonom Yayınlarınca çevrilen “Borcun Feminist Reddi”[1] kitaplarında Latin Amerika’da borçlandırma yolu ile insanların hayatlarının nasıl gasp edildiğini, gaspın küresel boyutunu, yine bu gaspın merkezinde bulunan cinsiyetçiliği ve buna karşı verilen mücadelelerle ortaya çıkan alternatif deneyimleri anlatıyor. Kitabın “akademik” bir metinden ayrılan en temel noktalarından biri somut analizlerin yanı sıra bu devasa soruna karşı verilen mücadeleler ve bu mücadeleleri nasıl yaygınlaştıracağımız üzerine. Aynı zamanda feminist aktivist olan iki kadın, uzunca süredir Latin Amerika’da devam eden ulusal-uluslararası grevlerin örgütleyicisi, katılımcısı. Ve metin pasif-karmaşık bir ekonomi analizinden ziyade, uluslararası para piyasalarına ve her geçen gün dünyanın geneline yayılan borçlandırma politikasına karşı kendi deyimleriyle okuyanların, “itaatsizlik arzularını” desteklemesini bekledikleri bir metin. Kamu borçlarının nasıl incelikli bir şekilde hane gelirinden damıtıldığını, gelirlerimizin her geçen gün nasıl kırılganlaştırıldığını, borcun aynı zamanda bütün bir yaşamı belirleyen temel nosyonlardan biri haline geldiğini, günlük hayatta kadınların borçlandırılma üzerinden nasıl bir hayata mahkûm edildiklerini yine kadınlarla görüşerek, borcun gündelik yaşamdaki etkileri gözler önüne seriliyor.

İki akademisyen, feminist aktivist kadın, militan araştırma mekanları ismini verdikleri alanlarda, kolektif çalışma sonucu ortaya çıkan “feminist bir iktisat” tartışması sunma çabasının bir neticesi olarak; borcu, hemen, şimdi gönüllü reddetmeye davet ediyor.Metin, Latin Amerika’da 1980’ler ile başlayan otoriter rejimler döneminden kalma borçların geri ödemeye zorlanması sürecinin, 1990’larda neoliberal etki ile daha da genişlediğini, uluslararası şirketlere, IMF’ye artan kamu borçlarının gündelik hayatı temelden belirleyen bir döngüye evrildiğini anlatılıyor. Kitaptan küçük bir örnekle; ‘2019 Arjantin Politik Ekonomi Merkezi’nin (CEPA) yoksul hanelerin borçluluğuna ilişkin verilerine göre; Çocuk Yardımından yararlananların %92’si bankalardan kredi talep etti ve aldı. Bu borçlanma sürecinde gıda, ilaç, gaz, elektrik, su fiyatlarını etkileyen enflasyon, sosyal yardımın temel ihtiyaçları karşılayan gelir değil de daha fazla borç almanın güvencesi olarak işlev gördüğü bir durum yarattı. Yüksek enflasyon ile birlikte, devletin sunduğu sosyal yardımların, ancak kredi çekmede bir ‘referans’ olduğu, zaten herhangi bir temel yaşam ihtiyacını karşılamadığı, bu döngüde ise en çok kadınların ve kadınlaştırılmış bedenlerin etkilendiğini anlatılıyor’ Çoğu yoksul insanın devlet yardımlarından yararlanma motivasyonu ihtiyaçlarını karşılamadan öteye, bu yardımların bankalardan kredi alabilme güvencesine dönüşmüş olması. Yaşama eyleminin kendisinin borç ürettiğini söyleyen yazarlar, borcu; “belirli bir şiddet ekonomisinden başka bir şey olmayan bir itaat ekonomisi” olarak açıklıyor. Bu yardımlardan yararlanabilmek için belli bankalardan hesap açılması gerektiği zorunluluğu toplumun hepsini banka sistemine kayıtlı hale getiriyor. Her bir “müşteri” için prim kazanan bankalar, devlet yardımlarının kendisini hesaplara aktarılan yeni bir ‘sermaye’ olarak görüyor. Herhangi bir banka sistemine kayıtlı olmamak, yardım da alamamak anlamına geliyor. Öyle ki banka sistemine kayıtlı olmak bugünlerde “makul vatandaş” olmanın getirdiği en somut kanıtlardan biri. Kitapta benzer örnek yer almasa da Türkiye’den kısa bir örnek; 29 Kasım 2022’de Diyarbakır’da gözaltına alınan ve tutuklanan TJA’lı 8 kadından bazılarının “banka hesabı” olmaması, tutuklama gerekçelerinden yapıldı.

 

Keza makul vatandaş olarak, devlet yardımlarından almaya devam edebilmenin belli koşulları var. Banka hesabı açmak, muhalif olmamak, kiliseye karşı gelmemek, (kilise yolu ile bu itaat kültürünün nasıl benimsetildiği detaylıca açıklanıyor kitapta yine), çocuklarının geleceğini düşünmek ve tabii ki aç kalmamak için susmak.  Yani, itaat.

Finansal kapitalin kendisi bir şiddet (her türlü şiddeti içeren) ekonomisine dönüşmüş durumda ve şiddet bağlamında yine en çok ‘borcuna sadık, güvenilir’ bireyler olarak ahlaki bir gönderme ile kodlanan kadınlar etkileniyor. Borcun bir diğer sözde ahlaki değeri ise ‘kimsenin bilmemesi gerektiğine’ dair. Özel alanın içerisinde, aile bireyleri içerisinde kalması gereken borcun, feminist hareketlerce ‘toplu ifşası’ borcu bir aile sırrı olmaktan çıkarıyor, bir mücadele gerekçesine dönüştürüyor.

Borcun bir ahlaki kod olarak topluma benimsetilmesi bunun yüksek sesle dillendirilmesini ve bunu reddetmeyi engelliyor. Utanç duyulan bir mesele olarak borç, ‘boyun borcu’ olarak görülüyor ve reddedilmesi kişinin kendi ahlaki değerleri ile çatışan, tutuklanma korkusu ile pekişen bir tür ‘(zorunlu) rızaya dayalı’ süreci örgütlüyor.

Yoksullaştırma (borçlanma); artan fahiş kiralar yüzünden güvenli barınma hakkının elden alınması demek.

Yoksullaştırma (borçlanma); kürtaj hakkının fiili olarak engellenmesi demek.

Yoksullaştırma (borçlanma); Arjantin örneğinde olduğu gibi en temel gıdaların dahi yardım kartları ile (yetersiz şekilde) satın alınması demek.

Yoksullaşma (borçlanma); finans kapitalin politikaları ile artan faiz karşısında gelirlerimizin azalması, borçlandırma yolu ile elde ettiğimiz ürünlerin taksitlerinin artması sonucu eriyip gitmesi demek.

Metinde, tüm bunlara ilaveten toplumsal örgütlenmeler içerisinde yer alan bazı kadınların anlatımına göre; kadınların yiyecek sıkıntısı ile karşılaşınca, bazı öğünleri atladığı, kendi öğünlerini çocukları arasında pay ettiği anlatılıyor.

 

 

Ne kurbanız ne girişimci!

 

Arjantin’de uzun zamandır devam eden ulusal-uluslararası eylemler var.

Bu eylemlere kapitalizm tarafından verilen cevap; Ekim 2018’de dünyanın en güçlü 20 ülkesinden oluşan G20’nin, Kadın20 toplantısının Arjantin’de buluşması olduğunu anlatıyor iki feminist. Feminist hareketin gündemini neoliberal bir listeye dönüştürmeye çalıştıklarını, kadınların ‘finansa dahil edilmesi’ süreçlerinin tartışıldığını, daha fazla borca girmeyi başarırlarsa girişimci olabileceklerine inandırılmaya çalışıldığını anlatıyorlar. Finans yoluyla dahil etme ‘komedi’sinin kendi kendinin girişimcisi olmanın kadınların arzuladığı ve bankaların da desteklediği bir ideal olduğu fikrini dayatıyorlar. Kadınların yanıtı ise; biz ne kurbanız ne girişimci!

Kapitalizmin temelde iki büyük toplumsal duyguyu ‘örgütleme’ başarısı oldu; birincisi kendisini ‘olağan süreç’ olarak örgütlemesi, bir diğeri ise kendisine karşı çıkan her sistem dışı örgütlemeyi kendisine mal ederek, kendi sistemine dahil etmesi. Kadın mücadelelerinin BM, AB, uluslararası STK’lar vb. aracılığı ile sistem içine dahil edilme politikası, kadın mücadelesini pasifize, ‘yasal haklardan ibaret’ bir çerçeveye indirgemeye çalışıyor. Kadın özgürlüğü mü? Kadın hakları mı? tartışmasının hala can alıcı bir şekilde devam ettiği günümüzde Arjantin feminist hareketi, borçtan etkilenen salt ‘mağdur kadın’ olmayı da çözüm yolu olarak dayatılan ‘girişimcilik’ senaryosunun da reddedildiği bağlamda başka bir yol mümkün diyor.

Finansal terör; Tecridi derinleştiren bir “karşı devrim”

 

“Finansal terör, feminist devrimin bin bir güçlükle açığa çıkardığı ve feminizmin cinsiyetçi şiddete kafa tutup, evin bir tecrit alanı olmasına meydan okuyarak boyun eğme ve itaat ilişkilerini krize soktuğu düzlemde işlemesi anlamında, gündelik bir “karşı-devrim” işlevi görür.”

Daha öncesinde kürtaj hakkı eylemleri, erkek şiddeti eylemleri ve kitlesel protestolarla gündeme gelen hareket uzun zamandır borç karşıtı bir feminist hareketin büyümesini tartışıyor.

Kadınların patriyarka tarafından bin yıllardır kapatılmasına karşı olarak, günümüzün kapatma formlarından borç, kadınların daha fazla eve hapsolmasına neden oluyor. Öyle ki ödenecek taksitler yüzünden, sosyalleşme ‘fazladan masraf’ olarak görülüyor, politik mücadele yürütme ‘daha da tehlikeli’ hale geliyor, evdeki beslenme, barınma ekonomisinden ‘sorumlu’ olan kadınlar akşam yenecek yemek için kendi öğünlerinden kısabiliyor. Evden çıkmak, kadınlar için lüks olarak görülüyor. Öyle ki son zamanlarda, kendi ayakları üstünde duran çocuklarının, eşinin işsiz kalmaması için dahi kendisini herhangi bir politik organizasyonun içerisinde olmaktan alıkoyan binlerce kadın var. Sadece kendi borcumuz değil, yakınlarımızın borcu da bizi yaşamdan alıkoyuyor.

 

Nia Una Menos Kolektifi borcu reddediyor. Sürekli ‘borçlular yığını’ olarak bahsedilen bireyleri ve toplumları değil, bireylerin emeği üzerinden sürekli çalarak zenginleşen devlete, patronlara ve patriyarkaya sesleniyor; ‘Alacaklı olan biziz, borçlu olan siz!’

Kolektif, 2017’de Arjantin Cumhuriyet Merkez Bankası önünde ‘Yaşamak ve borçsuz olmak istiyoruz!’ sloganı ile buluştu. ‘Finansa İtaatsizlik’ olarak nitelendirilen bu eylemde ve sonrasında bunun ne demek olduğu, gündelik yaşamda, evlerde yaşanan şiddet biçimleriyle, sömürü ilişkisinin nasıl birbirine bağlandığı üzerine tartışmalar başladı.

2020’de Arjantin’de örgütlenen Uluslararası Feminist Grev ‘Yaşamak, özgür ve borçsuz olmak istiyoruz!’ sloganı ile finansal kapitalin doğal süreç olarak işlettiği borç işleyişini ters yüz eden bir sürecin seslerini taşıdı. Aynı sene, Porto Riko’da ‘Borçlara karşı biz!’, Şili’de ‘Bize bir yaşam borçlular!, İspanya’da ‘Borcumuz yok, ödemeyeceğiz’ eylemleri yapıldı. Bütün bu eylemlerin evrildiği yer, meydan hareketlerinden öte yaşamı yeniden nasıl birlikte kurarız sorusuna dönüştü. Kurulan komünler ile Arjantin feminist hareketi dayanışma ağları, finansal teröre karşı birlikte mücadele edecek yaşam alanları örgütlemeye çalışıyor.

Üretim ve yeniden üretim kavramlarının tartışmasına girmeden; kitabın özellikle kadın mücadelesi açısından değeri oldukça büyük. İlk olarak, finans kapitalin borç yoluyla toplumu nasıl yönetmeye çalıştığını ve bu yönetimin gündelik hayatı nasıl dönüştürdüğünü anlatması açısından, hepimizin hikayesi olmaya başlayan ‘borçlu yaşamları’ ifşa ederek sorgulamaya kapı aralıyor. Sadece sorgulama ile kalmayan metin, kolektif bir aklın ortaya koyduğu hali ile itaatsizliğe ve bizim olmayan borcu reddetmeye çağırıyor. Kapital sistem tarafından ‘özgür ruhlu girişimci kadınlar’ yaratılmaya çalışıldığı şu günlerde, sisteme dahil etme çabasının hangi yol-yöntemlerle reddedileceğinin, kadın mücadelesinin alternatif örgütleme konusundaki ufkunu da bir kez daha gösteriyor. Sistemi ifşa et, reddet, dahil olma ve yenisini kur! Bu örnekler dünyanın birçok yerinde yaşam bulmaya devam ediyor. Zapatistalar, Rojava’da halklar uzun süredir alternatif demokratik, komünal ekonomi modelleri inşa etmeye çalışıyor.

Borcun toplumsal devrime karşı, bir karşı-devrim olarak örgütlendiği ve tecridi daha da derinleştirdiği şu günlerde yeniden yeniden hatırlamak adına; “Yaşamak, özgür ve borçsuz olmak istiyoruz!”

 

 

 

 

 

 

[1] Verónica Gago ve Lucí Cavallero, çev., Bilge Tanrısever, Borcun Feminist Reddi, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2022.


Etiketler : borç, borçlandırma, neoliberal, finansal kapital, Verónica Gago, Lucí Cavallero, Borcun Feminist Reddi, Yoksullaştırma,


...

Rojda Yıldız