Kadıneki Yazı,

Bir proto-devletçik olarak aileyi sorgulamak


Zeynep Altınkaynak-15 Ara 2021

Aile kurumu köklü bir sorgulamaya tabi tutulmadan, erkek egemenliği 5 bin yıllık kanserli bir zihniyet olarak sorgulanmadan toplumsal sorunlar çözülmeyecek 

Son günlerde basına art arda düşen çocuk istismarı ve şiddet olayları aile mefhumu üzerine her zamankinden daha fazla düşündürtür oldu. Antep’te bir "baba" 3 aylık bebeğini öldüresiye dövüyor, şiddeti "belgelemek" isteyen anne odaya kamera koyuyor ve tam 3 dakika boyunca içerde şiddet gören bebeğinin sesini dinliyor. Aynı günlerde bir "dede" torununa cinsel istismarda bulunuyor. Yozgat’ta bir anne bebeğini söylemeye ruhun elvermediği bir yöntemle öldürüyor… Üstelik bunlar sadece bilinenler, duyulanlar… Esasen dünya genelinde çocuk istismarı ve şiddet giderek artıyor.

Tüm yaşananları kan donduran, ürküten, ürperten vb. kavramlarla açıklamak, üzerine konuşmak, en ağır cezaları alsınlar demek bir yere kadar anlamlı olabilir. Hukuki kanalların etkin kullanılmasını talep etmek, yargılamaları takip etmek de bir yere kadar anlamlı olabilir. Fakat bunun ötesinde aile kurumunun geldiği noktayı ve içerden yaşanan çürümeyi, erkek egemenliğinin ailedeki mutlak tahakkümünü, bunun kadın ve erkek üzerindeki yansımalarını, annelik-babalık, iktidar-mülkiyet kavramlarını aile kurumu çerçevesinde etkin bir şekilde sorgulamaya ihtiyaç olduğu açık. Bu sorgulamayı yaparken cesur argümanlarla yola koyulma ihtiyacı her zamankinden daha elzem. Zira yasalar, tahakkümcü eril aile kurumunun bizzat inşacısı ve örgütleyicisi olan mevcut sistem bu konuda çözümleyici olmaktan ziyade sorunu üreten bir yerde duruyor. Toplumsal problemler tırmandıkça toplumlar cinnet sınırlarında seyrederken, bu durumun ilk elden etkileneni de aile, kadın ve çocuk oluyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan; “Toplumsal sorunların kökeninde, kadın-erkek arasındaki ilişkilerdeki sorunsallık ve krizli hal yatar” tespitini yaparken esasen toplumsal sorunlar listesinin başköşesine iktidar sorununu koyar. Kadın-erkek ilişkilerindeki ilk sorunsallığın ve hegemonikleşen aile kurumunun sosyolojik tahlilini bu tespitle başlatır. Burada kapitalizmle beraber zirveye çıkan, ancak özünde resmi uygarlık dönemiyle başlatabileceğimiz özne-nesne ayrımının etkisi büyüktür. Doğa şahsında, kadın şahsında saldırılan toplumsal hakikat ve demokratik uygarlık geleneğidir. Doğal ilişkilenmelerden mülkiyetçi aile geleneğine doğru giden süreç, özgür ruhun ve iradenin yitimiyle sonuçlanırken, erkek egemenliğiyle beraber yeniden kurgulanan aile, erkeğin insafına ve mülkiyetine terkedilmiş proto-devletçiklere dönüşmüştür. Hegemonik aile gerçeğinde kadının edilgenlik dışında bir rolü yoktur, ona artık eril zihniyet kalıplarıyla işlenmek, erkeğine evlatlar, devletine kullar yetiştirmek dışında bir seçenek bırakılmaz. Kapitalist modernitenin tırmanmasıyla beraber "modernleşen" aile kurumu ise diğerine nazaran çok daha tehlikelidir. Erkek egemenliği tüm bilimsel yöntem ve argümanları da kullanarak çok daha ince ve daha derin köleleştiren bir yöntemle saldırmaktadır.

Aile kurumu içerisinde gelişen benlik ve kimlik inşası bu zihniyetin ürünüdür. Mülk statüsünde değerlendirilen kadının cinselliği bir bütün aile ilişkilerinin merkezine alınır. Bu zihniyete göre sahip-özne, erkek-insan, nesnesi üzerinde sınırsız tasarruf hakkına sahiptir. Eril hegemonya kadının zihin, düşün, duygu dünyası üzerinde sınırsız tahakküm kurarken, bedeni üzerinde de erkek-insan tahakküm kurar.

Aile kurumu özel mülkiyetin mahremiyeti kuralıyla da güvenceye altına alınır. Bu kuralın şart koşulması çok sistemli bir savunma yöntemidir. İçte yaşanan, köleleştiren statünün örtülmesine yöneliktir. Erkeğin “ötekisi” olan kadın ve çocukların aile içinde yaşadığı tüm ruhsal ve bedensel sömürü, şiddet, cinsel istismar mahremdir. Aslında bu tahakküm ilişkisinde güvenceye alınan; patriyarkanın aile, devletin toplum üzerindeki varlığıdır.

Sonuç, gittikçe mülkleşen, sınırlanan kadının dünyası bir yerden sonra bu zincir içerisinde hapsolur. Bu denli krizli ve sorunlu bir alan olan aile gerçeği içerisinde çocuk hakları ve sağlıklı benlikler tartışması yapmak, tartışmayı sondan başlatmak olacaktır. Zira inşası gereği mülkiyetçi olan ve mülk sahibine sınırsız hak tanıyan aile kurumu, demokratik temelde bir değişim-dönüşüm yaşamadan yapılan tüm tartışmalar şekli kalacaktır. Lokal anlamda olaylar belki çözülecek, kimi cezai yargılamalar yapılacak, failler cezalandırılacak ama bu toplumsal yarayı derinden iyileştirmeye mecali yetmeyecektir.

Çocuklar bahsettiğimiz ailenin en küçük ama en genel mülkü olarak zihnen, ruhen ve bedenen bu kölelik zincirinin en son halkası olarak yetiştirilmektedir. Dolayısıyla aile çocuğun bedeni ve zihnine yönelik her şeyi kendine hak görmektedir. Zihniyet sorunu, kışkırtılmış, sapkınlaşmış güdüler erkeklikle birleşince, art arda gördüğümüz, duyduğumuz, görmekten-bilmekten kaçtığımız fakat gittikçe daha yakıcı bir soruna dönüşen çocuk istismarı ve şiddet gerçeği ortaya çıkmaktadır. Tırmanan toplumsal problemler en temelden; iktidar ve zihniyet sorunundan ele alınıp aile kurumu sağlıklı ve cesur bir yöntemle çözümlenmedikçe, mevcut durumda köklü bir düzelmenin gerçekleşemeyeceği de aşikar. Her gün gözümüzün-gönlümüzün bilmekten, duymaktan kaçmak istediği o gerçek, bizi gittikçe daha fazla yakacaktır.

Tüm toplumsal sorunların, bunalımların, krizlerin temelinde cins çelişkisinin yattığı, bu çelişki özgürleştirilmeden geri kalan sorunların da çözülemeyeceği belirlemesini tekrardan düşündüğümüzde, aile kurumunun bu bilinçle yeniden tartışılması gerekmektedir. Kadının özgürleşmesi gerektiğini düşünmek yetmez, erkeğin iktidarcılıktan kurtulması gerektiğini düşünmek de yetmez, çocukların özgür irade ve öz bilinçle yetiştirilmesi gerektiğini düşünmek asla yetmez. Modern ailedeki yüzeysel eşitlik ve şiddetten sterilize edilmiş yaşamlar, çocuk hakları şiarıyla yapılan yasal düzenlemeler de yetmez. Bunlar kısmi rahatlamalar yaratabilir. Mevcut zihniyete köklü ve cesaretli bir yönelim olmadan köklü bir değişim de yaşanamaz. Yara bu kadar derinken, bu kadar irin ve hastalık saçarken, yüzeysel bir pansuman onu iyileştiremez. Aile kurumu köklü bir sorgulamaya tabi tutulmadan, erkek egemenliği 5 bin yıllık kanserli bir zihniyet olarak sorgulanmadan toplumsal sorunlar çözülmeyecek, bilakis yüzeyde kapansa da yara içten içe büyümeye ve derinleşmeye devam edecektir.


Etiketler : Çocuk istismarı, Aile, Çocuk hakları, Devlet,


...

Zeynep Altınkaynak