Kadıneki Jineoloji,

Başka bir sağlık mümkün


Rojda Yıldız-02 Nis 2023

6 Şubat Maraş depremleri bedenlerimizden bihaber olduğumuzu gösteren en acı olaylardan biri oldu. Sağlığın tamamen piyasalaştırıldığı ve “uzman”lar eline bırakıldığı dünyada kurtarılmayı bekleyen bedenlere müdahale edebilmek hepimizin en uzak olduğu meselelerden biriydi

1-3 Nisan 2022 tarihlerinde TTB VII. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi “Ekolojik Kriz, Kadın ve Kadın Sağlığı” başlığı ile Amed’de yapılmıştı. Programın hepsini takip etme şansım olmasa da bir kısmına yetişme fırsatını yakaladım.

Üzerine düşünmediğimiz, artık çok normal gibi gelen ve öyle olması gerektiğine dair şüpheye düşmediğimiz birçok şeyin nasıl yeniden ters yüz edilmesi gerektiğini ve belki de buna en çok ihtiyacı olan konulardan birinin bedenlerimiz (biz) olduğunu kriz anları dışında da düşünmek hayati. Uzun zamandır beden politikalarının erkek egemenliği tarafından uygulanan ve bir zapt u rapt politikası olduğunu feminist hareket, kadın hareketleri tartışıyor. Düşüncenin mevcut erkek egemen kapital dünya tarafından her an yeniden üretildiği dünyada bedenin (bizim) bize ait olmadığı, düşüncesi gasp edilenin bedenle (bizle) olan ilişkisinin kesildiği de aşikâr.

Kongreye dönersek; ismini şu an hatırlayamadığım katılımcılardan biri (kendisine teşekkürler) bir zamanlar ve aslında hala kadın hareketlerinin, feminist hareketin temel sloganına dönüşmüş “Benim Bedenim, Benim Kararım” sloganının aslında vermek istenilen mesajı dönemi içerisinde verdiği ama üzerine düşünülmesi gereken başka meseleler de olduğunu ifade etmişti. “Ben” ve “beden”i yeniden başka bir ikililik üzerinden kuran, düşünceyi bedenden (benden), bedeni (beni) düşünceden ayıran başka bir analoji. Elbette üzerinde çokça düşünülmeyi hak eden bir mesele. Fakat “benim bedenim”, beni ve bedeni (beni) iki ayrı olgu olarak ele almaya devam ediyor. Kuşkusuz bedenden bu kadar ayrı olduğumuzu, bedenin varlığımız dışında bir şeymiş gibi kurgulandığı bir “maddeler dünyasını”, bunda en fazla payı olan kapitalist erkek sağlık sistemini düşünmeden ele almak zor.

İnsan olarak bizler, bir bütünüz. Son zamanlarda artık sıkça dillendirilen birçok hastalığın “sıkıntı, stres, kaygı” gibi kapitalizm tarafından ortaya çıkarılan duyguların sebep olduğu ve erkek egemenliğinin bu sebepleri her gün düzenli olarak ürettiği düşünülürse yaşadığımız dünya bizi hasta ediyor. Sistemin duyguyu düşünceden, bedeni zihinden kopartan bu ikililik dünyası bu hastalıkları üretmeye de devam ediyor. Yine sistemin kendisinin bir sorun olduğu ve bu sorunun erkek egemenliğinin tam da merkezinde kendini büyüttüğü, dönemin felsefik yaklaşımı pozitivizmin bağrında kavrulduğu ve ancak özne ve nesne olarak var olduğu bir dünya sisteminde bakış açısını bir bütün değiştirip dönüştürmek daha da can alıcı bir noktaya geliyor.

Keza dünyanın şu an var olan halindeki her şeyde olduğu gibi sağlık konusu da kadınların ikincil konuma atılıp, bastırılıp, suçlu ilan edilmesi ve bundan para kazanılması üzerine kurulu. Evet; kadınlar, şifacılar, cadılar… Tarihin en eski sağlıkçıları. Büyükçe bir alıntı ile konuya devam etmiş olacağım ama konunun ehilleri neyi kast etmeye çalıştığımı özetliyor.

“Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler” kitabının 1. Cildinde;

On dokuzuncu yüzyılda tıbbi hizmetler, yeni ve değişen tıp teknolojilerinin büyüsüne kapılmış tıp doktorları tarafından güçlendirildi. Hekimler ve bilim insanları ameliyatlara, tıbbi ürünlere ve alcı! sağlığıyla ilgili yeni uygulamalara öncülük ederken, ebeler ve alternatif ilaç üreticileri de dahil olmak üzere (genelde kadın olan) geleneksel sağaltıcıları etkisiz bıraktılar. Bu tıp doktorlarının neredeyse hepsi erkekti; kadınlara has beden bölümlerini ve kadınlara has sağlık konularını hastalık olarak tanımladılar. Erkeklerin bedenleri sağlıklıydı ve kadınların bedenleri patolojikti. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl başındaki "histerik kadın" fıkri, yirmi birinci yüzyıldaki duyarlılıklarımız açısından dehşet vericidir; ancak bu algının tedavülden tamamen kalktığını da söyleyemeyiz. Menopozun bir hastalık hali olarak tanımlanması, kadın bedenlerinin yanlış yorumlanmasında ve tıbbileştirilmesinde farklı bir dil kullanılıyor olsa da aynı eğilimin devam ettiğinin kanıtıdır.

Maalesef aynı eğilim devam ediyor ve öldürüyor. Mekanikleştirilmiş bedenleri uzmanlara emanet eden sağlık sistemi ve aslında onun pozitivist felsefesi henüz ciddi bir darbe almış değil.

Dünya Sağlık Örgütü sağlıklı olma halini fiziksel, sosyal ve ruhsal refah durumu olarak tanımlıyor. Tanım (sisteme laf söylemeden) kimi eksiklikler içerse de sağlığı fiziksele indirgeyen bakış açısına ufak bir dokunuş da yapıyor. Mevcut sistemin her gün hastalık ürettiği ve bu hastalığı ancak yine hastanelerde uzmanlar yardımı ile çözülebileceği kurgusu piyasalaştırılan sağlık sisteminin bir döngüsü. Neyimiz olduğundan bihaber yaşıyor, ağrı kesiciler, antidepresanlarla hayata tutunuyor, en ufak rahatsızlıkta avuç dolusu ilaçlar içmeye başlıyoruz (İlaç sektörünün bu döngüde payını unutmamak lazım…) Modern tıp bedenlerimizi (bizi) hastanenin envanterinde kayıtlı olan demirbaşlardan biri olarak görmeye devam ediyor. Bedeninde (kendinde) ne olup bittiğine dair hiçbir haberi olmayan, piyasa odaklı binalarda (Türkiye’deki en son hali ihale usulü yaptırılan Şehir Hastaneleri) neyimiz olduğunu öğrendiğimiz, bedenin (benin) uzmanlara danışıldığı bir sağlık sistemi. Bu sistemden performansa dayalı olarak çalışan sağlık emekçileri de payına düşeni alıyor. Tıbbın geldiği nokta itibari ile kuşkusuz bir ilerleme kaydedildiği, kimi durumlarda müdahalenin “uzman”lara bırakılması gerektiği ve bunun artık kaçınılmaz olduğu gerçekliğini kabul ederek, başka bir sağlık felsefesi pratik ile nasıl birleştirilebilir sorusunu da çok daha yoğun tartışmak gerekiyor.

6 Şubat Maraş depremleri bedenlerimizden bihaber olduğumuzu gösteren en acı olaylardan biri oldu. Sağlığın tamamen piyasalaştırıldığı ve “uzman”lar eline bırakıldığı dünyada kurtarılmayı bekleyen bedenlere müdahale edebilmek hepimizin en uzak olduğu meselelerden biriydi. Soğuktan donmamak için bedenimin (benim) neye ihtiyacı(m) var? Uzvumdaki yaradan akan kanın enfeksiyona dönüşmemesi için yapabileceğim bir şey var mı? Kırılan parmağa nasıl müdahale edilir? Bir depremzede ile neyi konuşmalı, neyi konuşmamalıyız? Deprem sonrası travmalar için bölgeye “uzman psikologlar” gitmesini mi beklemeliyiz?

Oysa toplumlar çok uzun süre kendi yaralarına merhem olmayı başarmıştı. Bugün “koca karı ilaçları” diye sistemin bir köşeye attığı ve küçümseyerek umursamadığı yöntemler uzunca bir süre regl ağrısına, baş ağrısına, doğum kontrolüne, kırık çıkığa vb. iyi gelen yöntemler(di). Bu yöntemlerin hepimizin artık aşina olduğu hali ile “cadı avları”nda yok edilmeye çalışıldığını biliyoruz. “Cadı Avları” sadece “kötü ruhları” olan kadınların ortadan kaldırılması değildi, aynı zamanda ve belki esasta, bu kadınların toplumsal sağlık bilgilerinin de yok edilmesiydi. Bedeni düşünceden, yaşadığı evden, bahçesinden, diğer kadınlar, erkekler ve çocuklarla olan ilişkisinden, doğadan ayrı görmeyen kozmik sağlık anlayışı pozitivizmin kurallara ve matematiğe dayalı felsefesi ile hiç mi hiç uyuşmuyordu. Kadınlar bütün yasaklamalara rağmen bu yöntemleri birbirlerine anlatmaya ve toplumun kendi sağlık sistemini bir şekilde yaşatmaya çalıştı, çalışıyorlar. Mevcudun sağlık sistemi, kapitalizme para üretmek, ertesi gün işe gidebilecek kadar fiziki sağlığı yerinde olan ve her defasında kendisine muhtaç kalan bir toplum üretiminin sac ayaklarından biri. Bunun yıkıcı etkisini her gün kendi hayatlarımızda yaşarken, kendi sağlığımızdan bihaberken, toplu ölümlerin yaşandığı kriz, “felaket” gibi anlarda kendinin farkında olmak ve sisteme muhtaç olmadan ayakta kalmak daha da önemli hale geliyor. ‘Başka bir sağlık mümkün mü?’ sorusunun yaşamdaki diğer kurumlar açısından tartışıldığı kadar tartışılması (ki bunu yapan çok fazla kadın, örgüt, kurumsal yapı var…) ve alternatif bir halk sağlığı inşa edilmesi “ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini” söyleyen korona sürecinde olduğu gibi deprem, sel gibi yıkımların iktidarın sonucu olarak doğduğu durumlarda da daha kritik bir şekilde hissediliyor.

Kapitalizmin girdiği kriz; pandemiler, yangınlar, seller, felakete dönüşen depremler yaratmaya devam edecek gibi görünüyor. Ve bizlerin yaşamı, deprem sürecinde de gördük ki sistem için fazladan masraftan başka bir şey ifade etmiyor. Ruhun iyiliğinin bedenin iyiliğinden koparılmadığı, toplumsal sağlık halinin bütünden ayrılmadığı, kadın sağlığı denince akla “jinekoloji”nin gelmediği, bedenlerimizi ve toplumsal yapımızı iktidar dışı, toplumsal bilgilerle yeniden gün yüzüne çıkarabileceğimiz bin yılları bulan bir deneyim geçmişimiz var. Sağlık kurumlarının yeniden inşası için sağlık felsefesinin ve yönteminin bir bütün değişmesi ve yeninin inşa edilmesi gerekiyor. Hastalık üretmeyen, kendi bedenini (kendini) tanıyan, bedeni ruhtan ayırmayan, toplumsal iyilik halinin öncelendiği başka bir kadın sağlık hareketi inşa etmek… Erkek egemenliğinden, siyasetten, ekolojik krizden, savaştan, çarpık kentleşmeden, bir bütün yaşamın kendisinin değişmesinden bağımsız bir sağlık anlayışı geliştirmeye çalışmadan, bunların hepsinin bir bütün olarak yaşamlarımızı hasta ettiğini görerek, geçmişin deneyimlerini bugünün bilgileri ile uluşturan başka bir sağlık anlayışı…


Etiketler : Sağlık sistemi, Sağlıkta cinsiyetçilik, kadın sağlığı, depremde sağlık, sağlık, afette sağlık, cinsiyetçi sağlık yönetimi, başka sağlık sistemi, eşit sağlık sistemi,


...

Rojda Yıldız