Kadıneki Yazı,

Jin olmak, jiyan’da var olmak ve azadî’leşmenin bedeli


Elif Tirenç İpek-05 May 2024

İktidarın yargıyı elinde tutması, yargının ise erkeği cezalandırmaması şiddette artışın temel sebebi haline gelmişken; İstanbul Sözleşmesi, 6284 ve medeni haklara dönük saldırılar, ‘kadını koruması’ gerekenin kadına saldırana dönüşmesi değil de nedir?

Ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa, çalışma yaşamından toplumsal yaşama kadar, biz kadınlar bin yıllardır erkek egemen anlayışın hedefi durumundayız.

Kökleri binlerce yıl öteye dayanan devlet-erkek ittifakı gündelik yaşamımızın çerçevesini çizip şiddet aracılığıyla da hayatlarımızı yönetme çabası içinde iken erkek aklı her gün cinsiyetçiliği besleyen söylemler ve uygulamalar ile kadın üzerindeki şiddeti derinleştirip bu yolla özel savaş politikalarını toplum üzerinde hâkim kılarak iktidarının sürekliliğini sağlamaya çalışıyor. Batman’daki fuhuş çetesi ile Mardin’de, Şırnak’ta yaşanan üniformalı taciz ve tecavüzleri, çocuk istismarları ile giyimi üzerinden saldırıya uğrayan kadınların yaşadıkları, el ele tutuştuğu için darp edilen gençler ile Suriyeli isimsiz kadına ve bebeğine dönük vahşetin, Taybet Ana’nın cansız bedenini bir hafta sokak ortasında bekleten ile Ekin Van’ın bedenini teşhir eden zihniyet ve politikanın kökleri aynı kaynaktan besleniyor.

Erkek egemen anlayışı güçlendiren, söylemleri ile yücelten, militarizm ile ataerkilliğin güçlü bağını besleyen cinsiyetçi tüm söylemler ve şiddete dayalı pratikler kadın katliamlarından ve yaşanan tüm saldırılardan sorumludur ve mevcut eşitsiz ve özgürlüksüz sistemlerinin devamı içindir.

Kadına yönelik şiddet, bin yıllardan bu yana kadını yok saymanın, köleleştirmenin, sömürmenin ve tahakküm altında tutmanın en etkili araçlarından oldu. Bu yönüyle kadın-erkek eşitliği ile kadın özgürlüğünün önündeki en ciddi engel olarak çok yönlü ve çok boyutlu şiddet yerini hep korudu ve kendini geliştirerek süreklileştirdi. Kırım boyutunda yaşanan kadın katliamları, şiddetin en üst boyutu olarak tarihten bu yana tüm dünya kadınları için var edilmiş ve soykırım derecesinde en büyük tehlike olmaya devam ediyor. Irksal, dinsel veya değişik kimliksel olgular sebebiyle şiddeti ve katliamları çoklu ayrımcılık şeklinde yaşıyoruz. Bunun yanında erkek aklının ürettiği savaşların en değerli ganimeti(!) olarak bedenlerimiz ve hayatlarımız üzerinden yaşadığımız katliamlar da tarihten bu yana kaderimiz(!) olmaya devam ediyor.

Bir sıcak savaş arenası olan Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında sadece kadın olduğumuz için savaştan kaynaklı saldırılara uğramaya devam eden biz kadınlar savaşı tüm yakıcılığıyla yaşıyoruz. Cizre’de bedenleri teşhir edilen kadınlar ile Ekin Van özelinde yaşatılan, savaş-kadın bedeni arasında kurgulanan ve namus anlayışına dayandırılan erkek aklının yaşattığı en vahşi örneklerinden. Hatta bu sebeple gözaltına almalarda kadınlara yöneltilen ilk tehdidin cinsel şiddet olması ve çıplak arama dayatması “teşhir mantığından bağımsızdır” diyemiyoruz. DAIŞ zihniyetinin kadını pazarda satma pratikleri 21. yüzyılda kadın ile devletleşen erkek egemenliğinin kavgasının boyutlarını gözler önüne sermeye yeter de artar. Çok iyi biliyoruz ki devlet ve erkeğin güvenliğinin sarsıldığı yerde kadın bedeni teşhir de edilir, kadın pazarda satılmaya devam da edilir.

Son yüzyılda Kürtlerin devlete karşı muhalif tutumları, kadın ve şiddet söz konusu olduğunda kadınların devlete karşı bir güvensizlik içinde olduğu gerçeği ile birlikte yaşanırken, şiddetle mücadelede samimiyetsiz politikalar ve söylemleri en hızlı ifşa eden Kürt ve muhalif kadınlar olarak iktidarın kadın üzerindeki politikalarının bölgede karşılık bulmaması, beslenememesi ve desteklenmemesinin bedelini erkeğin ve devlet şiddetinin palazlandırılması ile ödüyoruz. Ve şiddet, baskı, eşitsizlik savaş meydanında, sokakta ve evde, iş yerinde birbirini besleyip tamamlayarak sürüyor.

Savaş meydanlarında ilk ganimet olan bedenlerimize dönük saldırılar sokağımıza, iş yerimize ve ev içlerine geldiğinde yaşamın her anında ve yerinde maruz kaldığımız türlü türlü şiddet biçimleri ile devam ediyor. Yapılan tüm araştırmalar ve açıklanan tüm raporlar gösteriyor ki dünyanın neresinde yaşayan bir kadın olursanız olun şiddetin tüm biçimlerini yaşamak cinsiyet temelli sebeplerle kaçınılmaz oluyor. Şiddetin fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel türleri ev içi veya kamusal alan fark etmeksizin maruz kaldığımız değişik biçimleri.

Taciz, tecavüz, istismar, katliam, ayrımcılık, mobbing ve her türden şiddetle mücadele etmede temel dayanak olması gereken, şiddet fiillerini önleme ve cezalandırmada esas yükümlülerden yargı ise erkek bakış açısının hâkim olması sebebiyle en etkisiz ve bu fiilleri ödüllendiren, failleri cesaretlendiren bir pratik sergiliyor. Yargının durduğu yerin erkek menfaatine dönük olduğunu takip ettiğimiz onlarca dosyadan biliyoruz; fakat şu soruyu sormadan da edemiyoruz. En vahşi yöntemlerle katledilen Pınar Gültekin bir Kürt kadını olmasaydı acaba yargılamanın seyri ve sonunda hükmedilen adaletten uzak ceza daha farklı olur muydu?

Yargının da faile dönüştüğü dava pratikleri, cezaların azaltılması ile cinsel suçları arttıran kadın katliamlarını korkunç boyutlara taşıyan bir hale dönüştü. Erkeklerin dava dosyaları ve yargı kararlarını birbirlerine örnek göstererek cesaretlenmesi, şiddet yöntemlerinde birbirlerinden feyz alması ve ‘seni de onun gibi yaparım’ diyerek kadına örnek göstermesi, savaşçı devlet ve tahakkümcü erkek yöntemlerinin aynılığına işaret etmiyor mu?

İktidarın yargıyı elinde tutması, yargının ise erkeği cezalandırmaması şiddette artışın temel sebebi haline gelmişken; İstanbul Sözleşmesi, 6284 ve medeni haklara dönük saldırılar, “kadını koruması” gerekenin kadına saldırana dönüşmesi değil de nedir?

Sömürge mantığı ile özel savaş politikalarının hedefi ve öznesi olduğumuz son günlerde şiddeti cezalandırması için başvurduğumuz yargı karşısında Kürt kimliğinden kaynaklı ayrımcılık ve özel yaklaşımlara ekstra maruz kaldığımızı biliyoruz. Anadilinde kendini ifade etme olanaklarına erişemeyen Fatma Altınmakas gibi her birimiz yargı makamının karşısında şikayetçi ve davacı olduğumuzda ise aynı faşizan mantık ve yarattığı engellerle karşılaşmıyor muyuz?

Bu yönüyle ister ev içinde olsun ister kamusal alanda olsun özellikle Kürt kadınlarının yaşadığı, failler tekil erkekler olsa dahi ev içi şiddetin politik şiddet olduğunu tespit etmek yanlış olmaz.

Politik şiddetin devamı olarak, Kürdistan kentlerinde yerel yönetim mekanizmalarında şiddete karşı çok güçlü bir kurumsallaşma sağlanmış ve şiddet görünür kılınmışken OHAL dönemi ile kayyım atamalarından sonra yerel yönetim yürütücülerinin değişmesiyle devlet şiddetle mücadeleyi tek merkezde topladı ve yaratılan tüm alternatif mücadele biçimlerini ortadan kaldırdı. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyete dayanan anlayışa karşı erkeklik devlet eliyle güçlendirildi, kadın zayıflatıldı. Devletin bu yönelimi ekonomik krizle birleştiğinde ise kadın iyice dayanaksız kaldı.

Bununla amaçlananın kadın mücadelesini geriletmek, örgütlü kurumlarını dağıtmak, kadını kamusal yaşamdan tasfiye edip kadın yaşamı üzerinde denetimi arttırıp toplumsal mücadeleyi engellemek olduğunu çok iyi biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki “jin olmak, jiyanda var olmak ve azadileşmeyi istemek” hem kolay hem de bedelsiz değildir.


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Kadın Dayanışması, Kürt kadın mücadelesi, Kürt kadınlar, Jin jiyan azadî, kürt kadın hareketi, Jin, jiyan, azadî ile özgürlüğe doğru, Uluslararası kadın dayanışması,


...

Elif Tirenç İpek